8 Haziran 2008 Pazar

Cemaat Şuuru ve Birlikten Ayrılanlar

M.NİHAT MALKOÇ

Fert olarak hepimizin zayıf noktaları olduğu gibi, güçlü yanlarımız da vardır. Birimize ağır gelen yük, birkaçımıza hafif gelebilir. “Bir elin nesi var, iki elin sesi var” diyen atalarımız birlik ve beraberliğin önemini ne de güzel dile getirmişlerdir. Zincirin bir halkası tek başına hiçbir şey olduğu halde diğer halkalarla birleşince çok şeydir. Her halka diğer halkanın tamamlayıcısıdır. Öyle de insanlar ortak hareket edince, ortak paydada birleşip bir araya gelince başaramayacakları, üstesinden gelemeyecekleri mesele kalmaz. Arılar ancak birleşince o doyumsuz balı üretebilmektedirler. Vücudun çalışma mekanizmasına göz attığımızda ortak hareket etmenin, birlik olmanın önemi daha iyi anlaşılabilir. Küçücük bir hücrenin içinde bile büyük bir işbölümü olduğunu görürüz. Bunlar da gösteriyor ki insanların cemaatleşmesinde, hayırlı konularda güçlerini birleştirmesinde sayısız faydalar vardır.

Yardımlaşma, dayanışma, sevgi, saygı ve hoşgörü ekseninde bir araya gelmek İslam’ın özünde vardır. Bu değerler İslam harcıyla birleşince ortak ideallerle şekillenen sağlam bir cemiyet vücuda gelmektedir. İslam güzelin, mükemmelin, faydalı olanın, iyiliğin, hayrın, ahlakî ve insani değerlerin peşindedir. Bunu el ele verip bir cemaat yapısı içerisinde, teşkilatlanarak gerçekleştirmek çok daha kalıcı olur. Böylece fertlere düşen yük de hafifler.

İnsanlarda doğuştan gelen bir enaniyet duygusu vardır. Bu kendisini masum gösterse de, aslında çok tehlikeli bir histir. Bunu tez elden yenme yoluna gidilmelidir. Özellikle ülkemizdeki insanlarda bu hastalık ileri boyuttadır. Her işte kendimizi doğal lider olarak görürüz. Oysa liderlik bir kısım meziyetleri gerektirir. Bu vasıfları taşımayan bir kişinin bir davanın başına getirilmesi o davaya ihanettir. Peygamberimiz, üç kişi bir yola çıktıklarında kendi aralarında bir temsilci seçmelerini tavsiye eder. Yani teşkilatlanmak gerekir. Fakat önder olacak kişinin liderlik vasıfları da olmalıdır. Bugünkü cemaatlerde bu konuda ciddi sıkıntılar vardır. Bir kısım cemaatlerde doğal liderler olduğu için onların tavır ve davranışları sorgulanamıyor. Onları sorgulamak dini hakikatleri sorgulamak kadar tehlikeli sayılıyor. Oysa esas olan davadır. Davaya zarar veren her şey sorgulanabilmelidir, hatta vicdanlarda olsa bile yargılanabilmelidir. Bu gerçekleşmezse zamanla tebliğin özü de yara alabiliyor.

Cemaatler belli amaçlar doğrultusunda bir araya gelmiş topluluklardır. Cemaatlerin elbette belli bir lideri olmalıdır. Fakat bu lider, kendisini kutsal bir varlık olarak görmemelidir. Lider dediğin işleri çekip çeviren, organize edendir. Fakat ülkemizde ne yazık ki bazı cemaat liderleri, savundukları davalarının önüne geçebilecek derecede popülerleşmektedir. Bu sağlıklı bir durum değildir. Çünkü cemaatte esas gaye lideri değil, davayı bir noktaya getirmektir; daha doğrusu böyle olmalıdır. Siz lideri davanın önünde tutarsanız davaya değil, lidere hizmet etmiş olursunuz. Davayı bir kenara bırakıp lideri bir noktaya getirme gayreti içinde olanların mükâfatını Allah değil, ancak hizmetçisi olduğu lider verir. Oysa İslam’da en mühim gaye Allah’ın rızasını kazanmaktır. Allah’ın rızasını cemaat liderinin rızasına tercih edenler, peşin alışverişi seven ve nefsini semirten basiret özürlülerdir.

Allah rızasını kazanmak, ilahî hakikatleri geniş kitlelere duyurmak gayesiyle yola çıkan cemaatlerin sermaye odaklarıyla çıkar ilişkileri olmamalıdır. Cemaatin ayakta durabilmesi ve kalıcı olabilmesi için elbette belli başlı maddi kaynakları olmalıdır. Lakin bu hususta para amaç değil, araç olmalıdır. İşi ticarete döken, davadan aldığı güçle şirketleşen, kendisine tabi olan saf düşünceli insanların sermayesini peşkeş çeken cemaatler zamanla işi ticarete dökebiliyor. Durum böyle olunca cemaatin yaşaması için araç olan para, bir noktadan sonra amaç oluyor. Böyle kapitalist bir anlayışın İslamî cemaat mantığına ve rıza-i ilahiye uymadığı gün gibi aşikârdır. İslam inancında para biriktirme, zenginleşme, dünya malına tamah yoktur. Elbette Müslümanlar da zengin ve güçlü olmalıdır. Fakat amaç; çok biriktirmek, plazalar yapmak değil, eldekilerle İslam’a hizmet etmek, açları doyurmak, muhtaçların elinden tutmak olmalıdır. Müslüman’ı kapitalistlerden ayıran ince nokta budur.

Günümüzde bazı cemaatlerin iyice dünyevileştiğini görüyoruz. Düşünüyorum da bu cemaatler dünya işleriyle uğraşmaktan uhrevî işlere nasıl zaman ayırabiliyorlar? İşi iyice ticarete döken, daha doğrusu işin suyunu çıkaranlara hoşgörüyle bakamıyorum. Onları kapitalist anlayışın savunucularından da ayırmakta zorlanıyorum. Hiçbir kişinin cemaati pazarlama şirketine dönüştürme hakkı yoktur. Müslümanların da ticaret yapma hakkı vardır elbette. Hatta Peygamberimiz “Rızkın onda dokuzu ticarettedir” buyurmuştur. Buna bir diyeceğimiz yok. Müslümanları ticarî sahadan uzaklaştırmak isteyenler Müslümanların sermayesiyle bu dine saldırmakta bir sakınca görmüyorlar. Fakat sapla samanı da birbirine karıştırmamak gerekir. Cemaatler öncelikle ve özellikle tebliğ işiyle uğraşmalıdır. Hayırseverler de hizmetlerin sağlıklı yürüyebilmesi için cemaatlere yardım etmelidir. Lakin cemaatler holdingleşmemelidir. Çünkü işin içine para girince hile de giriyor. Sonra da bazı ticarî hatalar cemaate ve onun savunduğu dinî değerlere zarar verebiliyor. Bunu göz önünde bulundurarak bazı cemaatlerin ticaretten uzaklaşıp asıl alanları olan dine dönmesi elzemdir. Daha doğrusu bu cemaatler kapitalle din arasında bir tercih yapmak zorundadırlar.

İslamî cemaatlerin kâr ve sermaye odaklı ticaret yapmalarına ne kadar karşıysam eğitimle ilgilenmelerine, örgün ve yaygın eğitime destek vermelerine o kadar taraftarım. Çünkü cehaletin kaynağı şüphesiz ki eğitimsizliktir. Başımıza ne geliyorsa cehaletimizden geliyor. İnsanların asgari bilgi birikimine sahip olmadan ayakta durabilmeleri, tutarlı ve mantıklı davranışlar gösterebilmeleri mümkün değildir. Dinî ilimlerin yanında zamanın pozitif ilimlerini de veren okulların açılması, çağdaş imkânlarla eğitim verilmesi sadece devletin işi olmamalıdır. Tek kanatla uçulmaz. Malumdur ki pozitif ilimlerden güç alan dinî hakikatlerin tesiri çok daha fazladır. Bu hayırlı işe, teşkilat yapısı uygun olan cemaatler de el atmalıdır. Ülkemizde bunun güzel örneklerini veren cemaatlerin olduğunu da biliyoruz.

Cemaatler fikir olarak olmasa da donanım olarak zamana uymalıdır. Zira çağın nimetlerinden Müslümanların da faydalanma hakkı vardır. Peygamber Efendimizin dediği gibi “İlim Müslüman’ın yitiğidir, onu nerede bulursa alır.” Bu nedenle cemaatlerin düşüncelerini geniş kitlelerle paylaştığı gazeteleri, dergileri, radyo ve televizyonları olabilir. Geçmişteki “bir lokma bir hırka” anlayışı bırakılmalıdır. Çünkü zaman kısadır, yapılacak iş, ulaşılacak insan, kurtarılacak vicdan ve iman çoktur. “Bunu en kısa ve kestirme yoldan nasıl yapabiliriz?” sorusunun cevabını bulmak mecburiyetindeyiz. İnternet bu konuda bulunmaz bir nimettir. İnternetin şer yuvası olmaktan kurtarılması, bu alanda Müslümanların “ben de varım” demesiyle mümkündür. Bu alanda ciddi mesafeler alındığını da memnuniyetle müşahede ediyoruz. Batılıların icadı olan internet bir açık İslam mektebi olma yolundadır.

Cemaatlerin nüfuzlu birilerine tabi olması, onların temel yapısını ve savundukları gerçekleri zedeliyor. Allah rızasını gaye edinen ve insanların elinden tutan, onlara İslamî hayatın güzelliklerini sunan cemaatler tamamen bağımsız olmalıdır. Cemaatin düşüncelerini paylaşan fertlerin zekât veya sadaka olarak verdiği yardımlarda bir mahzur yoktur. Fakat bir kısım siyasî teşkilatlar ve teşekküller para verince akıl da veriyor. Akıl karşılığı para verenlerden uzak durulmalıdır. Çünkü cemaatlerin zaten ortak bir düşüncesi ve ortak aklı mevcuttur. Siyasetin girdiği cemaatte bölünmeler ve kutuplaşmalar kaçınılmazdır.

Cemaatlerin siyasetle işi olmamalıdır. Fertlerin elbette bir siyasî düşüncesi olabilir. Bundan daha doğal ne olabilir ki!... Fakat Allah rızası için yola çıkan bir cemaatin asıl siyaseti İslam’ı yüceltmek ve ona tabi olanların sayısını ve ihlâsını artırmak olmalıdır. Cemaattekiler belli bir siyasî düşüncede birleşmek mecburiyetinde değildir. Siyaset fertlerin vicdanına havale edilmelidir. Cemaatler siyaset üstü olmalıdır. Onlar İslam’ı tebliğ siyaseti gütmelidir.

Gayesi Kur’an’daki İslam’ı geniş kitlelere ulaştırmak olan İslamî cemaatlerin sayısının çokluğu aslında dinî bir zenginliktir. Bunu dağınıklık olarak görmemek gerekir. Fakat cemaatler kendi işlerini bir kenara bırakıp diğer cemaatlerle uğraşıyorsa bu son derece sakıncalı bir durumdur. İnsanların dinden uzaklaştığı, dağılıp yok olduğu, imanın kor ateşe dönüştüğü bu ahir zamanda hiçbir cemaatin birbirleriyle uğraşma ve didişme lüksü yoktur.

Taassup; bir düşünceye, bir inanışa aşırı ölçüde bağlanıp ondan başkasını düşünmeme durumudur. Bu tanımdaki anlayış nerden bakarsanız bakın haddizatında menfi bir düşüncedir. Dinî ve ahlakî değerlere bağlılık, vatan sevgisi ve namus konularında ifrat ve tefrit çizgilerine bulaşmamak şartıyla vicdanî sahiplik duygusu büyük bir zenginliktir. Ruh ve mana köklerimize sahip çıkmamız iç dinamiklerimizi güçlendirir. Bunun ötesinde hakikat olsun veya olmasın, kendi şahsî idrakimizin kabul etmediği düşünceleri muzır görmek, onlarla çatışmak bağnazlıktır. Hiçbir şekilde çatışmaya zemin hazırlamamak, diğer düşünceleri hor ve hakir görmemek, ölçülü olmak şartıyla her düşüncenin yaşama hakkı vardır.

İnsanları dinlemeye ve anlamaya çalışmalıyız. Bu çağın insanlarının en büyük ruhî marazı ‘ben’ merkezli olmalarıdır. Kendimizi hep merkez kabul ediyoruz. Başkalarının düşüncelerine hoşgörü gösterip tahammül edemiyoruz. Bu iletişimsizlik ciddi çatışmalara zemin hazırlıyor. Aslında birbirimizi dinlemeye ve anlamaya çalışsak ortak noktalarda buluşabileceğiz. Adil olmayı bir denesek, başkalarına karşı davranışlarımız bu çerçevede olsa, onlardan da müspet karşılıklar göreceğimizden eminim. Nefis merkezli çatışma kültürü bizi birbirimizden iyice koparıyor. Nefsin kılavuzluğunda enaniyet denizinin azgın dalgaları arasında çırpınıp duruyoruz. Oysa selamet sahiline çıkmak hiç de zor değil. El ele tutuşursak hepimiz kurtuluruz. Fakat bizler bu azgın dalgalarla mücadele etmek yerine birbirimizin batışını kolaylaştırıyoruz. Bu hareket tarzı kimseye bir şey kazandırmıyor aslında.

Ruhlarımızı kirleten, idrakimizin ufkunu karartan taassup, insanlıkla yaşıt bir duygudur. Bu menfi hissiyat, insanlığa bir şey kazandırmamıştır. Zıtlaşma kültürünü besleyen taassup, insanların yalnızlaşmasının nedeni olmuştur; muhakemeye kelepçe vurmuştur. Taassubun olduğu toplumlarda farklı düşünceler filizlenmez. Oysa doğrular farklı düşüncelerin aynı zeminde boy göstermesinden doğar. Hoşgörü kültürü olmayınca farklı düşünceler yaşama imkânı bulamaz. O zaman tek taraflı düşünceler hakikatleri gölgeleyebilir. Gönül dostlarımız Yunus Emre ve Mevlana sevgi ve hoşgörüyle devleşmişlerdir.

Günümüzde bencillikler kışkırtılıyor. İnsanlık mukaddes davaları bir kenara bırakmış, haz peşinde koşuyor. Böyle bir zamanda ve ortamda Müslümanlara düşen görev ve sorumluluklar çoktur. Müslüman sorunlu değil, sorumlu insandır. Onun içindir ki Müslüman sorun çözer, sorun çıkarmaz. Günümüzde bazı cemaatlerin birbirine karşı soğuk ve mesafeli oluşlarını anlamakta zorlanıyoruz. Özde birbiriyle aynı değerleri paylaşan cemaatler ayrıntılarda sıkışıp kalıyor, böylece taassubun çarklarında dağılıp küçülüyorlar.

İnsanlar farklı karakterlerde yaratılmışlardır. Herkes aynı düşünmez, düşünceler bir olsa da düşüncelerin yaşatılma tarzları farklı olabilir. Değişik alternatifleri göremeyen, tek tip insan yetiştirme sabit fikirli nesillerin yetişmesine yol açabilir. Oysa hakikat tek olsa da hakikate giden yollar çoktur. Maksat hakikatse ona giden yolların farklı olmasında herhangi bir beis yoktur. Neticede farklı yollardan gitseler de kutlu yolun yolcuları aynı dorukta buluşacaktır. Yeter ki birbirimizin yollarını kesmeye çalışmayalım, birbirimizin yollarına taş ve diken koymayalım. Eğer bunu yaparsak, hizipleşirsek gücümüz azalır, yutulacak lokma oluruz. Siz lokma olursanız sizi yutacak insanlar elbette birbirleriyle yarışır.

Türkiye’de cemaatlere bakınca hemen hepsinin belli bir tarihî kökenden geldiği görülür. Bunların bir kısmı yerel, bir kısmı ulusal, bir kısmı da evrensel özellikler taşımaktadır. Nakşîlik ve Kadirilik anlayışlarını benimseyen cemaatlerin kökeni çok eskilere dayanmaktadır. Fakat bu anlayışların günümüzdeki bir kısım uzantıları da mevcuttur. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra cemaatlerin seyrinde de değişiklikler olmuştur. Fakat tarikatlar ve cemaatler legal veya illegal bir şekilde varlıklarını devam ettirmişlerdir.

Yolları farklı olsa da aynı dinî değerleri vicdanlara taşıyan cemaatlerin birbirlerinin açığını deşifre etmek yerine, kapatması gerekir। Durum bundan ibaretken bazı cemaatlerdeki tarafgirlik ve taassup Müslüman kardeşliğini zedeliyor. Bu konuda kendi cemaatinden olmayanın Müslümanlığını tartışmaya açacak kadar ileri gidenler de var. Bunlar Müslüman kardeşliğine uygun tavır ve davranışlar değildir. Gelin dostlar bir ve beraber olalım.

Hiç yorum yok: