25 Nisan 2009 Cumartesi

Nabucco Babil Yolculuğu-Küresel Isınma Tuzağı

M.NİHAT MALKOÇ

Son yıllarda görsel basında en çok duyduğumuz ifade ‘Küresel Isınma’dır şüphesiz… Televizyonlar hep küresel ısınma haberleriyle dolu… Bununla ilgili olarak bilim adamları ekranlara çıkarak halkı uyarıyorlar, daha doğrusu korkutuyorlar. Küresel ısınma aşağı, küresel ısınma yukarı… Küresel ısınma Türkiye’de ve dünyada hiç gündemden düşmüyor; tabir caizse ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyorlar bu konuyu… Halk tedirgin oluyor bu demeçlerden… Bu tezi savunanlar inandırıcı olmak için kırk dereden su getiriyorlar. İnsanlar gelecekten endişeleniyor. Zaten ekonomik sıkıntılarla başı dertte olan halk bir de bunu dert ediyor.

Geçenlerde Jeoloji Yüksek Mühendisi, Araştırmacı-Yazar Ahmet Musaoğlu “Nabucco Babil Yolculuğu-Küresel Isınma Tuzağı” adında kıymetli bir kitap yayınladı. Söz konusu eser Trabzon Belediyesi Yayınları arasında neşredilerek okuyucuyla buluştu. Bu eser Trabzon Belediyesi Eski Başkanı Volkan Canalioğlu’nun Trabzon’a son büyük kültürel hediyesi oldu.

Ahmet Musaoğlu iyi bir araştırmacı yazar olarak hep dikkatimi çekmiştir. O, ezilmeden büzülmeden, korkmadan, ‘acaba ilgili çevreler ne der’ hesabı yapmadan, büyük bir cesaretle bildiği gerçekleri halkıyla paylaşmayı büyük bir sorumluluk olarak görüyor ve gereğini yapıyor. Ben onun bilgi birikimine ve samimiyetine güveniyor ve inanıyorum.

Geçen hafta(22 Nisan 2009 Çarşamba) TTSO’da Araştırmacı-Yazar Ahmet Musaoğlu’nun son kitabı olan “Nabucco Babil Yolculuğu-Küresel Isınma Tuzağı” adlı eserinin tanıtım toplantısı gerçekleştirildi. Tanıtım programı Trabzon Jeoloji Mühendisleri Odası öncülüğünde gerçekleştirildi. Öğretmen-Yazar Nuray Yazıcı’nın başarıyla sunduğu programa ciddi bir katılım vardı. Toplantıya başta valimiz olmak üzere çok sayıda seçkin davetli katıldı. Programın başında Trabzon Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Semih Peker oda olarak yaptıkları çalışmalar hakkında geniş bilgiler verdi. Sayın valimiz “Küresel Isınma Tuzağı” adlı kitabın tanıtım programında çok da güzel ve veciz bir konuşma yaptı. Sayın valimiz Okutan, konuşmalarında daima eğitimcilerin, araştırmacı-yazarların, sanatçıların yanında olduklarını, onları her zaman desteklediklerini belirttiler. Kendisinin böyle bir kitap tanıtımına gelmesi başlı başına bir destektir zaten; her yönüyle takdire şayan bir davranıştır.

Jeoloji Yüksek Mühendisi, Araştırmacı-Yazar Ahmet Musaoğlu “Küresel Isınma Tuzağı” adlı eserinin tanıtım toplantısında bir de güzel sunu gösterisi gerçekleştirdiler. 75 slâytlı bu görsel materyalden de yararlanarak gerçekte küresel ısınma denen bir tehlikenin olmadığını, bunu ABD gibi bazı çıkarcı çevrelerin menfaatlerini gerçekleştirmek için bilinçli olarak çıkardıklarını belirtti. Musaoğlu, bilimsel sunusunda “Dünyada küresel ısınma yaşanmıyor” iddiasını ilmî delillerle ortaya koyarak salondaki insanların yüreğine su serpti.

Türkiye’deki ve dünyadaki nerdeyse bütün bilim çevreleri küresel ısınmanın ürkütücü boyutlarını bir korku filmi gibi anlatırken Trabzon’dan yükselen aykırı bir ses bunun bir oyun olduğunu, küresel ısınmanın büyük bir yalandan ve palavradan ibaret olduğunu dile getiriyor. Üstelik bunu da delilleriyle ortaya koyuyor. Ceviz Kabuğu programına çıkıp Türkiye’yi bu konuda bilgilendirerek küresel oyunlara karşı uyanık olmaya çağırıyor. O, lâfazanlık yapmıyor, ilmî delillerle her şeyi gözler önüne seriyor, akıllardaki soru işaretlerini yok ediyor.

Kıymetli Araştırmacı-Yazar Ahmet Musaoğlu “Küresel Isınma Tuzağı” adlı eseriyle “Küresel ısınma yoktur, küresel oyunlar vardır “ diyerek dünya bilim çevrelerine adeta meydan okuyor. Trabzon’dan böyle gür ve emin bir sesin yükselmesi Trabzonlular olarak bizi mutlu ediyor. İnançlı bir kalem olan, hadiselere imanın ve Kur’an’ın nuruyla bakan Ahmet Musaoğlu’yu Trabzonluların daha yakından tanıması ve ondan istifade etmesi gerekir.

Musaoğlu, sunudan sonra “Eserimi ‘gerçek yazar’ neredeyse göremediğim ülkeme ve Trabzon’da futbolun dışında başka bir şey yok diyenlere ithaf ediyorum” diyerek belirli çevrelere mesaj yollamayı da unutmadı. Programın sonunda Ahmet Musaoğlu, katılımcılara kitabını imzalayarak hediye etti. Kendisini bu güzel eserinden dolayı içtenlikle kutluyorum.

Taşrada Yazar Olmak...

M.NİHAT MALKOÇ

Taşranın kelime anlamı “dışarı” demektir. Bir diğer anlamı ise ülkenin başkenti veya en önemli şehirleri dışındaki yerlerin hepsidir. Bu tanımdan yola çıkarsak Trabzon taşradır. Fakat taşra demek ikinci sınıf mahal demek değildir. Olumsuz bir sıfat olarak görülmemelidir.

Bizler taşrada yaşayan kalem dostlarıyız. Bundan da hiç şikâyetçi değiliz. Üstelik taşrada zaman daha bereketlidir. Büyükşehirlerde oradan oraya dolaşmaktan günün nasıl geçtiğini anlayamazsınız. Zihniniz iyice bulanır ve ruhunuz bunalır. Bizler taşralılar olarak kendimizi hayata daha yakın görüyoruz. Fakat bir de taşranın taşrası var. Oralarda yaşamak meşakkatli olsa da oraların da kendi içinde yaşattığı bir sıcaklık ve samimiyet mevcuttur.

Taşra, hayatın süsten ve her türlü makyajdan arınmış saf halidir. Acılar da sevinçler de adam gibi yaşanır orada. Taşrada yaşayanlar her türlü hissiyatla yüz yüzedir. Büyükşehirlerde bu duygu yoğunluğunu bulamazsınız. Soğuktur yüzü taşranın; fakat ruhu sımsıcaktır. Kasvetlidir taşların geceleri de, gündüzleri de… Yokluk kol gezer bu coğrafyada. Cömertliğiniz yokluğun çarklarında ezilir. Lanet edersiniz bu duyguyu taşıdığınıza.

Taşra, insanları acıların teknesinde gözyaşı katıp yoğurarak ‘adam’ kıvamına getirir. Taşrada yaşayan herkes biraz şair, biraz da yazardır kanaatimce. Yokluk ve sefalet insanı şair yapar bir noktadan sonra. Sıkıntılar, iç çekişler kafiyenin ahengine karışır. Taşralı, hayatın sıkıntılarını kitaplardan okumaz, bizzat yaşar; duygular olgunlaşınca da onu sayfalara döker. Bu coğrafyada hayat hüzün kıvamındadır. Fuzuli’nin deyimiyle bazen rüzgârdan başka kimse açmaz kapınızı. Böyle olunca iç dünyanıza tutarsınız sihirli aynanızı, iç sesinizi dinlersiniz.

Taşrada ilham perileri daha çok yoklar şairleri. Zira büyükşehirlerde olduğu kadar iş yoğunluğu yok taşranın ilham perilerinde. Çağırdığınız zaman şıp diye koşup gelirler ayağınıza. Sırtlarında bir yığın siyah beyaz düş taşırlar. Hakikatlerle yoğurursunuz düşleri…

Taşrada yaşayan şair merkeze özenir sürekli. Merkez demekle daha çok İstanbul’u kastediyoruz. Her şeyin olduğu gibi yazının da, şiirin de merkezi İstanbul’dur taşrada yaşayanlar için… Taşralı kalem erbabı bir gün İstanbul’a demir atmanın hesaplarını yapar durur. Oysa merkeze kayan kişi, zamanla farkında bile olmadan kendinden de uzaklaşır.

Şair ve yazar olmak için büyükşehirlerde yaşamak gerekmiyor şüphesiz. Globalleşen şair ve yazar, kazandığını sansa da aslında kaybediyor çok şeyi… Aidiyet sorunu yaşamaya başlıyor bu noktadan sonra. Zihni dağılıyor küresel çarklarda.

Vaktiyle hocam Nazan Bekiroğlu’ya Trabzonlu bir okuru “Sizi görmeye İstanbul’a geleceğim.” diye bir mail göndermiş. Okuduğu kitapların yazarının yanı başında, Trabzon’da yaşadığını öğrenince hem sevinmiş, hem de bundan haberdar olmadığı için çok utanmış.

Şair ve yazar taşrada da büyüyebilir. Anadolu’da, taşrada, Trabzon’da yaşadığı halde Türkiye’nin çok sevdiği bir yazar konumuna yükselen sevgili hocam Nazan Bekiroğlu bu konuda gösterilebilecek en ciddi ve bariz örnektir kanaatimce. Birbirinden başarılı eserler yazan Bekiroğlu’nun şöhreti Trabzon sınırlarını çoktan aşmıştır. O isteseydi İstanbul’da, en iyi özel üniversitede hocalık yaparak büyük paralar kazanabilirdi. Ama o, dört yıllık üniversite hayatı dışında Trabzon’dan hiç ayrılmadı; bu kentten ayrılmayı bile hiç düşünmedi.

‘Bütün iyi edebiyatçılar büyükşehirlerde, özellikle de İstanbul’da yaşar’ anlayışını çürüten yazarlar az değildir. Büyümek için memleketini bırakıp İstanbul yoluna düşen şair ve yazarlara hiçbir zaman hoşgörü ve sevgiyle bakmadım. Ben de İstanbul’u çok seviyorum ama acı tatlı hatıralarımı bağrında saklayan doğduğum ve doyduğum bu toprakları; denizlerinin mavisine, Boztepesi’sinin heybetine, Kisarna’daki madensuyuna, çayına, fındığına kurban olduğum Trabzon’u hiçbir şeye değişmem. Trabzon bizim vatan Kâbe’mizdir, ilk göz ağrımızdır. Uzunsokak’ta bir nisan yağmuru altında ıslanmanın zevkini hiçbir şey veremez.

Boztepe’den kuzeye bakınca şiir gibi görünür bana adına ve şanına kurban olduğum gül yüzlü Trabzon… Ganita’da gün batımında güneşin son ışıklarının, masmavi suları öptüğü demlerde içtiğim tavşankanı çayın keyfini bana neresi verebilir ki? Denizden yeni çıkmış, pulları bile dökülmemiş hamsilerin tavada pişerken çıkardığı o ahenkli ses, bana yanık bir ney sesi kadar munis gelir. Horon tepen gençler bana Anadoluluk bilincini gururla yaşatır.

Günümüzde aslında taşra merkez ayrımı da pek kalmamıştır doğrusu. Çünkü bilgi ve iletişim teknolojileri mesafeleri iyice kısaltmış, adeta yok etmiştir. İnternet ağı bizi dünyayla birleştirmiş, bir örümcek ağı misali kentleri sarıp sarmalamıştır. Artık İstanbul ve diğer kentler bize uzak değil, hemen yanı başımızdalar. Onun için taşra-merkez lafları da eski geçerliliğini kaybetmiştir bu zamanda. Son günlerin moda tabiriyle “Bize her yer Trabzon…”

Bana göre kişiyi yücelten yaşadığı yer değil, verdiği eserdir. Taşrada yaşadığı halde argo tabirle merkezi sallayan eserler veren kalem ustaları az değildir. Bizler bu topraklara aidiz. Alıp başımızı gitsek de başka diyarlarda buradaki gibi rahat edemeyiz. Bu toprağın yağmur sonrası saf kokusu, bu masmavi denizlerin tuzu besler muhayyilemizi... Kayboluruz büyük kentlerde; yalnızlaşırız, yabancılaşırız iyice... Keza büyükşehirlere yerleştikten sonra oralarda kalabalıklar içinde kaybolan ve aidiyet sorunu yaşayan kalem dostları az değildir.

Bilindiği gibi Türk edebiyatının en büyük kalemlerinin çoğu, çocukluklarını ve ilk gençlik yıllarını taşrada geçirmişlerdir. Daha sonra hayat onları geçim telaşıyla büyük kentlere, özellikle de İstanbul’a atmıştır. Necip Fazıl’ı, Cahit Zarifoğlu’yu, Sezai Karakoç’u, Abdürrahim Karakoç’u ve Bahattin Karakoç’u İstanbul değil, taşra yetiştirdi. Onların ruh toprağına taşranın bereketli yağmurları değdi öncelikle… ‘Bin bir baharı saklayan Anadolu’ onları hem şair, hem de adam etti. Taşrada aldılar ilk terbiyeyi ve ruh disiplinini… Şimdilerde Üsküdar’da yaşayan Ahmet Turan Alkan’ın adı Sivas’ta büyümüş, ülke sınırlarını bile aşmıştır. Daha bunlar gibi nice şair ve yazarlar vardır Anadolu’da… İyi ki de varlar.

Bence şairin ve yazarın nerede doğduğunun, nerede doyduğunun ve nereli olduğunun pek bir önemi yok. Şairler ve yazarlar insanlığın ortak sesidir. Barış, dostluk, hoşgörü, sevgi ve muhabbet elçisidir onlar. Kalem erbabı olan şair ve yazarlar yereli, yaşadıkları coğrafyayı aşabilme, dünyayı kucaklayabilme maharetleri ölçüsünce büyürler bence. Mühim olan şey ruhun neyle doldurulduğudur. Ruh neyle dolarsa dışarıya da onun rengi akseder. Merkezde yaşadığı halde taşra ruhuyla, taşrada yaşadığı halde merkez ruhuyla yazanlar az değildir. Siz nerede olursanız olun, iyi eser ortaya koyabiliyorsanız er geç okuyucu tarafından fark edilirsiniz. Hele bugünkü gibi sanal imkânların olduğu ve dünyayı kuşattığı bir zamanda…

Günümüzde taşra da teknolojinin imkânlarını fazlasıyla kullanıyor. Taşrada da kaliteli dergi ve gazeteler çıkarılıyor. Bunlara Kayseri’de çıkan Berceste’yi, Malatya’da çıkan Somuncu Baba’yı, Nida’yı, Van’da çıkan Beyaz Gemi’yi, Adana’da çıkan Ardıç Kuşu’nu, Elazığ’da çıkan Bizim Külliye’yi, Sivas’ta çıkan Aşkar’ı, Buruciye’yi, Sühan’ı, Rize’de çıkan Mavi Yeşil’i, Samsun’da çıkan Yolcu’yu, Sakarya’da çıkan Değirmen’i, Irmak’ı, Bilecik’te çıkan Kardelen’i, şehrimiz Trabzon’da uzun yıllardan beri çıkan Kıyı’yı, Tekne’yi, Mortaka’yı, örnek olarak gösterebiliriz. Bu dergilerin sayısını daha da artırabiliriz. Bu dergiler kıt imkânlarıyla kültür ve sanatta İstanbul dükalığına karşı gönüllü mücadele ediyorlar. Doğrusu çok da güzel dergiler yayınlıyorlar. Ya gazeteler… Onların sayısı daha da çok…

Hırçın bir delikanlıya benzetirim Trabzon’u ben… Uysal ve ürkek bir yaklaşımla bakmaz hayata.… Başa baş, dişe diş mücadele ederek bugünlere gelmiştir Trabzon ve onun içinde yaşayanlar… Dedikoducu kadınlara benzemez Trabzon; merttir ve serttir bu şehir... Fakat onurludur, gururludur, namusludur bu yürek kenti… Kabına sığmaz bu şehir ve onun içindekiler… Onun dilinden anlamak için onu besleyen kaynakları bilmelisiniz öncelikle.

Trabzon’da şair ve yazar olmak ne kadar zorsa, bir o kadar da keyif vericidir. Her şeyden evvel Trabzon’da şair ve yazarlara gösterilen ilgi azdır. Bu aslında sadece Trabzon’a özgü bir durum da değildir. “Marifet iltifata tabidir; müşterisiz meta zayidir.” derler. Aydınlar da marifete iltifat etmede cimri davranıyorlar. Oysa bir eseri beğendiğinizde bunu o eserin yazarına bildirmek gerekir. Sevgi ve takdirlerimizi niçin içimize hapsediyoruz? Yerinde yapılan bir iltifat, muhatabının verimini artırır. Ne olur, duygularınızı içinize gömmeyin…

17 Nisan 2009 Cuma

Dünü Bugüne Taşıyan Köprü İnsan: Ekrem Hakkı Ayverdi

M.NİHAT MALKOÇ

Nice güzel insanlar hoş bir seda bırakarak geçti bu fani dünya üzerinden. Onlar ki dünyanın imarı ve ıslahı için gecelerini gündüzlerine kattılar. ‘Ben’ demediler ‘biz’ dediler nefesleri tükeninceye kadar.... İnsan, keser misali hep kendine yontsa da onların keseri millete yonttu her ne varsa… ‘Ben’ diyenler son nefeslerini verince unutulup gitti. ‘Biz’ diyerek mesaisini millete harcayanlar ise hâlâ yaşıyor hafızalarda. Zihinlerde yaşayan bu mümtaz şahsiyetlerden biri de ‘mimar, mühendis, tarihçi ve yazar’ sıfatlarını bir bedene sığdırabilme başarısını göstermiş insanlardan biri olan çok kıymetli merhum Ekrem Hakkı Ayverdi’dir.

Bu yıl, çok değerli kültür ve sanat dostu Ekrem Hakkı Ayverdi’nin 120. doğum yıldönümünü kutluyoruz. Bu sene aynı zamanda onun 25. ölüm yıldönümü… Zira o, 1899 yılında İstanbul’da, Şehzadebaşı’nda doğmuş, 24 Nisan 1984’te ise Fatih semtinde son nefesini vermişti. Yani o, bir yıl da olsa hem 19. hem de 20. yüzyılda yaşama bahtiyarlığına erişmişti. Fakat o, Osmanlı’nın çöküş yıllarında çektiği acıları ve Osmanlı’nın bir dağ gibi yıkılışını görerek üzülmüş, Osmanlı’nın enkazı üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti ise onun keder bulutlarını dağıtmıştır. Bu yılı vesile bilerek onu yeni nesillere hakkıyla tanıtmalıyız.

Emsalsiz tarihî mirasımızı geleceğe taşıyan Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi çok kıymetli yazar Samiha Ayverdi’nin abisidir. Onlar ailece Osmanlı-Türk kültürünün ve İstanbul’un hayranıdırlar. Anne tarafları Kanûnî Sultan Süleyman’ın Budin seferinde şehit olmuş ve oraya defnedilmiş olan Gül Baba’ya kadar uzanır. Onlar Şehzadebaşı’ndan İstanbul’u hayranlıkla temaşa etmiş ve Mecnun’un Leyla’ya duyduğu aşk derecesinde bu Osmanlı payitaht şehrini sevmişlerdir. Onlar da Yahya Kemal’in İstanbul’a dair söylediği “Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer’ dizesine gönülden katılmışlardır. İstanbul’un şifahi kültürü onların ruhunu emzirmiş, cilalamıştır. Bir zaman sonra da bütün güzellikleriyle İstanbul’un rengine boyanmışlardır. İstanbul onların ruh ikizi olmuştur. İstanbul’la adeta özdeşleşmişlerdir.

İstanbul Vefa Lisesi mezunu olan ‘mimar, mühendis, tarihçi ve yazar’ Ekrem Hakkı Ayverdi, gerçekten de milletine ve köklü kültürüne karşı emsalsiz vefa örnekleri göstermiştir. Mühendis Mektebi’ni bitirdikten sonra uzmanlaşma sahası olan restorasyon işlerine gönül vermiştir. O, Bernard Lewis’in “Tarih bir milletin hafızasıdır; tarihini bilmeyen millet, hafızasını kaybetmiş insana benzer.” sözünü bütün hücreleriyle benimsemiştir. Gelecek nesillerin tarih şuuruyla yetişmesi için elinden geleni yapmıştır. Bu çerçevede ecdat yadigârı tarihî eserleri aslına uygun olarak restore etmiş, kültür kurumları kurulmasında öncü olmuştur.

Bütün vaktini Türk kültürünün, Türk tarihinin imarına ve bütün güzelliğiyle, güler yüzüyle inkişafına harcayan merhum Ekrem Hakkı Ayverdi, Kubbealtı Akademisi ve İstanbul Fetih Cemiyeti’nin de kurucu üyeliğini yapmıştır. O, aynı zamanda Mühendisler Birliği ve Türkiye Turing Otomobil Kurumu şeref üyelerindendi. Onun Türk Tıp Tarih Kurumu ve Türk Ocağı üyesi olduğunu da unutmamak lazımdır. Ekrem Hakkı Ayverdi Bey, İstanbul Fetih Cemiyeti ile bu cemiyete bağlı Yahya Kemal Enstitüsü ve İstanbul Enstitüsü’nün otuz yıl boyunca başkanlığını yapmıştır. Bu kurumlarda, zor şartlarda büyük hizmetlere imzasını atmıştır. Onun inşa ettiği ve yaşattığı bu kurumlar bugün hâlâ hizmetlerini ifa etmektedir.

Türk edebiyatının ve Türk kültürünün kıymetli araştırmacılarından biri olan merhum Mehmet Kaplan’ın Ekrem Hakkı Ayverdi hakkındaki şu ifadeleri onu daha iyi tanımamıza yardımcı olacaktır: “Mimar Sinan’ı bugünkü dünyaya getirsek acaba karşımıza nasıl bir insan çıkardı? diye çok kafa yorduğumu hatırlarım. Fakat karşımda bulduğum insan daima Ekrem Hakkı Ayverdi’dir. Osmanlı evliyalarının kabirleri başında gözümü yumup onları ayağa kaldırdığımda, ‘Karşıma kim çıkacak?’ diye merak ettiğim zaman bakarım karşımdaki zat Ayverdi’dir. Osmanlı efendiliğini, Osmanlı çelebiliğini temsil eden bir insanı tasavvur etmek için tahayyülümüzü çalıştırdığımızda ‘Acaba karşımıza kim çıkacak?’ diye düşündüğümüz zaman, yine daima o tasvir içinde Ekrem Hakkı Bey’in siluetini görmüşümdür.”

Merhum Ekrem Hakkı Ayverdi hakiki bir Türk-İslam münevveriydi. O, hiçbir zaman Batı’ya meyletmemiş, Osmanlı terbiyesi alarak son nefesine kadar bir ‘İstanbul Beyefendisi’ gibi yaşamıştır. Onun yolu Batı hayranlarıyla ayrılmıştır. Onlara karşı daima amansız bir mücadele vermiştir. Anadolu’nun yazılmamış bir destan olduğunun ve kendi diyarının da bin bir baharı sakladığının farkına varmış basiretli bir aydındır o… Ayverdi, neslin kurtuluşu için gecesini gündüzüne katmıştır. Müslüman Türk’ün mirasını har vurup harman savurmamış, onu geleceğe taşımanın gayreti içerisinde olmuştur. O, eğitimini aldığı mimarlık mesleğini Osmanlı eserlerinin yaşatılmasında kullanmıştır. Sadece taşlarla değil, ruhlarla da uğraşmıştır. Yani o, aynı zamanda bir ruh mimarı olarak da gelecek nesillerin ruhlarını imar etmiştir.

Ekrem Hakkı Bey’in hanımı olan İlhan Ayverdi de eşi gibi kültür ve medeniyet konusunda hassastı. O, bir dil bilimci ve edebiyat öğretmeni olarak eşine hep destek olmuştur. Türk kültür ve medeniyetinin korunmasında ve ihyasında yılmaz bir mücadeleci olan merhum Ekrem Hakkı Ayverdi, yaptığı birbirinden kıymetli çalışmalarla geleceğe taşınması gereken çok mühim bir isimdir. Bundan yirmi beş yıl evvel aramızdan ayrılan merhum Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi’nin yazdıkları da çok önemlidir. Onun kaleme aldığı birbirinden kıymetli eserler büyük bir yekûn teşkil eder. Onun eserleri arasında şunları sayabiliriz: ‘18. Asırda Lâle’, ‘Fatih Devri Mimarisi’, ‘Fatih Devri Hattatları ve Hat San’atı’, ‘Fatih Devri Mimarî Eserleri’, ‘19. Asırda İstanbul Haritası’, ‘Fatih Devri Mimarisi Zeyli’, ‘Osmanlı Mimarisinin İlk Devri I’, ‘İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’(Ö. L. Barkan ile), ‘Osmanlı Mimarisinde Çelebi ve II. Sultan Murat Devri II’, ‘Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri III’, ‘Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri IV’, ‘İlk 250 Senenin Osmanlı Mimarisi’(A. Yüksel ile), ‘Avrupa’da Osmanlı Mimarî Eserleri, Romanya, Macaristan I’(A. Yüksel, G. Ertürk, İ. Numan ile), ‘Avrupa’da Osmanlı Mimarî Eserleri, Yugoslavya II’(A. Yüksel, G. Ertürk, İ. Numan ile), ‘Avrupa’da Osmanlı Mimarî Eserleri, Yugoslavya III’(A. Yüksel, G. Ertürk, İ. Numan ile), ‘Avrupa’da Osmanlı Mimarî Eserleri, Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk, IV’…”

Ekrem Hakkı Ayverdi Bey, Türk kültürüne yürekten sevdalı bir insandı. Bu kültürün yaşatılması için çırpınıp duruyordu. Onun ecdat yadigârı eserleri onarması bunun göstergesiydi. Onun çoğu İstanbul’da, bir kısmı da Bursa, Edirne, Havsa ve Çorlu’da olmak üzere onararak Türk kültürüne kazandırdığı eserleri sıralamaya kalksak inanın sayfalarımız yetersiz kalır. Onun aslına uygun olarak gerçekleştirdiği restorasyonlardan bir kısmı şunlardır: İstanbul’da Zeynep Hanım Konağı, Dârülfünûn (İstanbul Üniversitesi) Kütüphanesi, Harbiye Nezâreti ve aynı binanın İstanbul Üniversitesi olarak düzenlenmesi, Topkapı Sarayındaki bazı kısımlar, Bâlî Paşa, Sultan Selim, Mesîh Paşa, Lâleli, Ayasofya, Dâvûd Paşa Camileri, Gazanfer Ağa, Kuyucu Murad Paşa ve Hasan Paşa Medreseleri, Beykoz İshak Ağa Çeşmesi, Edirne’de Selimiye Camii, Üç Şerefeli Cami, Eski Cami, Yıldırım, Muradiye ve Süleyman Paşa Camileri ile Çelebi Bedesteni, Havsa’da Sokullu, Çorlu’da Süleymaniye Camileri…

Engin bir bilgiye ve birikime sahipti Ayverdi... Fakat ne kadar bilgili ise bir o kadar da tevazu sahibiydi. Bilgiliydi ama bilgi hamalı değildi. Kültür, sanat, edebiyat, hak ve hakikat adına ne bilirse onu muhataplarıyla paylaşırdı. İlimde kıskançlığı bir afet olarak addederdi.

Merhum Ekrem Hakkı Ayverdi’nin dil hassasiyeti de her şeyin üzerindeydi. Türkçenin sevdalılarının başında geliyordu o… Türkçenin aydınlık geleceği için kafa yoruyordu. Onun Türkçeyi çok iyi kullandığını eserlerinde müşahede ediyoruz. Zira Türkçeyi bir kuyumcu titizliğiyle eserlerine nakşederdi Ayverdi... Dilin kullanımı konusunda ifrat ve tefrit sınırlarından daima uzak dururdu. Her işinde olduğu gibi bu işte de orta yolu tutardı. Onun eserlerindeki kelime hazinesinin zenginliği iyi bir okuyucunun hemen dikkatini çeker. . Onun birbirinden kıymetli eserlerini dikkatli bir gözle ve açık bir şuurla okuyunca sizler de bunun farkına varırsınız. Bu arada Türkçenin maksatlı bir şekilde bozulması onu çok rahatsız ediyordu. Türkçeyi bozanları ‘hain’ olarak niteliyor, bütün gücüyle onlara cephe alıyordu.

Allah, Ekrem Hakkı Ayverdi’ye seksen iki yıl gibi uzun bir ömür bahşetmişti. Fakat o, bu ömrü boş idealler uğranda geçirmemiş, her dakikasını milletine harcamıştı. Üç ömre sığdırılmayacak işleri o, bir ömre sığdırmıştı. Zira o, kendini Müslüman-Türk kültürünün bayraktarı olarak görüyordu. O, vurdumduymazlığı en büyük düşman olarak görmüş, başta tarih, kültür ve medeniyet olmak üzere her konuda hassasiyetini göstermiştir. Millî ve manevî konular onun ilgi sahasında devamlı ilk sırayı işgal etmiştir. Hiçbir şeyi görmezden gelmemiştir. Doğru bildiklerini her ortamda yüksek sesle dile getirmiş ve her konuda iyi bir takipçi olmuştur. Onu ‘evlad-ı fatihan’ın mühim bir siması saymak gerekir. Prof. Kazım Çeçen’in “Bu zatın ilim sahasında yaptıklarını ve meydana getirdiği eserleri ancak bir enstitü yapabilirdi.” sözü gerçekten onun üstün gayretini ve büyüklüğünü gösteriyor bizlere.

O, Türk mimarlık tarihi ve Türk-İslam kültür sahasında yaptığı kıymetli çalışmalarla adını altın harflerle düne, bugüne ve gelecek zamana yazdırmıştır. 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Senatosu tarafından kendisine “Fahrî Edebiyat Doktoru” payesi, Aydınlar Ocağı tarafından da “Üstün Hizmet Armağanı” verilmiştir. Onun büyük ve çileli araştırmalarla hazırladığı “Avrupa’daki Osmanlı Mimarî Eserleri” külliyatını zikretmeden geçmemek gerekir. Romanya, Macaristan, Yugoslavya, Arnavutluk, Yunanistan ve Bulgaristan sınırları içindeki Osmanlı eserleri onun sayesinde gün yüzüne çıkmıştır. Ayverdi’nin sekiz büyük ciltten oluşan ve Osmanlı mimarisinin başlangıcından Fatih Sultan Mehmet Han devri sonuna kadar olan 250 senelik bir devreyi ele aldığı külliyatı, alanında yazılmış benzersiz bir eserdir. O, bize şanı üç kıtaya yayılan ecdadımızı ve onların harikulade eserlerini hatırlatmış, bu eserlerin hamisi olmuştur. Vefanın can çekiştiği bu asırda bile o, sırf bu yüzden daima rahmetle ve minnetle yâd edilecektir. Onun kültürel mirası ayağa kaldırılacaktır.

Alperen ruhlu Fethi Gemuhluoğlu, Ayverdi’ye çok değer veriyor, ona ‘Anadolu ve Rumeli Beylerbeyi’ diyerek takılıyordu. O, bütün aydınlar tarafından seviliyor ve sayılıyordu. Muharrem Ergin’in onunla ilgili şu sözlerini, öneminden dolayı dikkatlerinize sunuyorum: “Ekrem Hakkı Ayverdi’nin şahsiyeti bende Osmanlı tarihinin canlı bir abidesi hissini uyandırırdı. Dik, ince, uzun boyu, yüksek alnı, derin, onurlu bakışı, konuşması, gençlere karşı sevgi ve şefkat dolu davranışı, asırlar ötesinden gelen bir yüceliği aksettiriyordu. Onu eski ahi Türkleri gibi kendi eli ile kurduğu ve onardığı o güzel tarihî binada her gördükçe içimde cedlerle karşılaşmaktan doğan bir ferahlık ve güven duygusu hissederdim. O hâlâ Türk tarihini yaratan ruhun devam ettiğinin ve edeceğinin bir delili gibiydi.”

Merhum Ekrem Hakkı Ayverdi, dünya malına değer vermeyen tok gönüllü bir cemiyet insanıydı. Ekrem Hakkı Ayverdi bir vakıf adamıydı. O, 12 Ocak 1979’da millî irfana ve sanata hizmet etmesi için Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı’nı kurmuştu. Onun en değerli varlıkları kitaplarıydı.1978 senesinde bütün mal varlığını, kitaplarını, içindeki eşya, hat, tezhip, cilt, yazı âletleri ve işleme koleksiyonlarıyla birlikte evini, kendi kurmuş olduğu Kubbealtı Kültür ve Sanat Vakfına bağışlamıştır. Ömrü boyunca Türk kültür ve medeniyetinin inkişafı ve ihyası için gayret sarf eden bu yüce gönüllü insan, ölmeden evvel neyi varsa bu yola feda etmiştir. O, “Vakfı kurduk. Mal varlığımı da vakfa bıraktım. Artık gözüm arkada değil” demiştir. Bugün bu güzel vakıf emin ellerde hizmetlerine devam ediyor.

Ekrem Hakkı Ayverdi gibi insanlara bugün dünden daha fazla ihtiyacımız vardır. Bugün ne yazık ki onların ömürlerini adadığı kültürel mirası milletçe har vurup harman savuruyoruz. Boş idealler uğrunda zaman öldürüyoruz. Onların yerine gelen isimler onların bıraktığı boşluğu asla dolduramıyor. Bu da bizi gelecek adına endişelendiriyor. 24 Nisan 1984 tarihinde İstanbul’da ölen Ekrem Hakkı Ayverdi, Merkez Efendi Kabristanı’nda medfundur. O şimdi kabrinde Türk-İslam âleminin bugününü görerek kim bilir ne kadar da üzülüyordur.

Ekrem Hakkı Ayverdi gibi insanlar bu ülkenin millî ve manevî sigortasıdır. O sigorta atarsa bu ülke karanlığa gömülür. Bu sigortanın atmaması için milletçe seferber olmalıyız. Zira Ayverdi gibiler çok sık gelmiyor dünyaya. Onların yeri sanıldığı kadar kolay dolmuyor. Onları çok iyi tanımalı, eserlerini okumalı ve yeni nesillere tanıtmalıyız. Onlardan ilham alarak millî ve manevî çizgide geleceğe yönelmeliyiz. Merhum Ekrem Hakkı Ayverdi’yi doğumunun yüz yirminci, ölümünün yirmi beşinci yılında rahmet ve minnetle anıyoruz.

İlk Yayın: Kubbealtı Akademi Mecmuası / Nisan 2009

14 Nisan 2009 Salı

Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu'ya Açık Mektup

M.NİHAT MALKOÇ

Değerli Belediye Başkanım Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu Bey;

Öncelikle Trabzon Belediye Başkanlığına seçilmenizden dolayı sizleri kutluyor, bu seçimin Trabzon’umuza hayırlı olmasını Allah’tan diliyorum. Yorucu bir propaganda dönemi geride kaldı; fakat asıl iş şimdi başladı. Yani dinlenmeye zaman yok; şimdi hizmet zamanı…

Değerli Belediye Başkanım Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu Bey;

Trabzon’un ne kadar önemli bir şehir olduğunu söylemeye gerek yok; bunu siz benden daha iyi bilirsiniz. Trabzon bir tarih, kültür ve sanat şehridir. Osmanlı’nın gözbebeği olan Trabzon, Cumhuriyet Türkiye’sinin de can damarıdır. Fatih’in fethettiği Trabzon, tabir caizse ikinci İstanbul’dur. Bu şehirde Yavuz Sultan Selim uzun yıllar valilik yapmış, onun sevgili oğlu, yükselme döneminde Osmanlı tahtında 46 yıl boyunca oturan Kanunî Sultan Süleyman bu güzel şehirde dünyaya açmış gözlerini… Trabzon bir kültür sanat şehridir aynı zamanda. Nice şairler ve yazarlar ilhamını bu tarihî şehirden almıştır. İbrahim Cudi, Hamamizade İhsan Bey, Peyami Safa, Sabahattin Ali, Hasan İzzettin Dinamo, Bedri Rahmi ve Sabahattin Eyüboğlu kardeşler bu şehrin kimliğiyle büyüyüp eser verdiler. Günümüz şair ve yazarlarından Nazan Bekiroğlu, Nihat Genç, Yaşar Miraç, Yaşar Bedri Özdemir, Sunay Akın da Trabzon kimliğini şerefle taşımaktadırlar. Bunların sayısını çok daha artırabiliriz.

Karadeniz’in gözbebeği güzel Trabzon, sizden her alanda çok büyük hizmetler bekliyor. Fakat benim sizden istediklerim kültür, sanat ve edebiyata dair şeyler olacaktır. Öyle masraflı şeyler de değil isteyeceklerim. Bunları yapmak için para değil, öncelikle millî ve manevî değerlere saygı ve sevgi gerekiyor. İsteklerimi maddeler halinde sıralamak istiyorum:

1. Trabzon’da bundan sonra yabancı isimle işyeri açmak isteyenlere belediyemiz ruhsat vermesin. Zira böyle giderse güzel Türkçemizin esamisi okunmayacak yakında...

2. Görkemli bir anıt yapılarak Trabzon’un gelmiş geçmiş kültür, sanat ve edebiyat simalarının isimleri bu anıta yazılsın. Bu anlamda önceki belediyelerce oluşturulan Meydan Parkı’nın üstündeki basit tabela orada adı yazılan büyük isimlerin gölgesinde eziliyor. Hem o tabeladaki isimlere yenilerinin ilave edilmesi de gerekiyor; zira hayat devam ediyor.

3. Eskiden etkin olan Belediye Kültür Araştırma Kurulu en kısa zamanda tekrar oluşturulmalıdır. Fakat laf olsun diye değil, iş yapsın diye. Onun için de bu kurula kültür, sanat ve edebiyat alanlarında ehliyetli ve gayretli insanların seçilmesi gerekir.

4. Trabzon’da her yıl şairler şöleni düzenlenmesini istiyoruz. Bu şölen zamanla geleneksel yapıya kavuşacaktır. Söz konusu şölene, düşüncesine bakılmaksızın yerel ve genel alanda bir noktaya gelmiş şairler davet edilmelidir. Bunu yapan şehirlerin sayısı az değildir.

5. Trabzon’daki cadde ve sokaklara kültür, sanat ve edebiyat sahasında önemli çalışmalar yapmış kişilerin adları verilmelidir. Mesela bir şair ve yazar bu kentte yaşamaya devam ediyorsa oturduğu caddeye veya sokağa adı verilebilir. Bunlar yapılırken ille de dünyadan göçmüş kişilerin seçilme zorunluluğu yoktur. Yaşarken onure edilmeli insanlar…

6. Belediye Kültür Yayınları, eserlerini basma imkânı olmayan şair ve yazarların eserlerinin basılmasına katkıda bulunmalıdır. Özellikle Trabzon’la ilgili kitaplar basılıp halka ücretsiz dağıtılmalıdır. Bunu belediye bütçesinden yapmaya da gerek yoktur. Trabzon’un hayırsever zenginleri bu yükü sırtlayabilir. Keza eski başkanlardan Asım Akyan bunu başarıyla yapmış, belediye bütçesine dokunmadan birçok kitap yayınlayarak halka sunmuştu.

7. İlköğretim ve lise öğrencilerine yönelik şiir ve kompozisyon yarışmaları düzenlenmelidir. Bu yarışmalar serbest kategoride halka da açılmalıdır. Yani sadece öğrenciler değil, şehirde eli kalem tutan, fakat teşvik edilmediği için körelen kalem erbapları da bu gibi yarışmalarla yazmaya yönlendirilmelidir. Dereceye girenlere ciddi ödüler verilmelidir. Böylece Trabzon nahoş hadiselerle değil, kalem sahipleriyle anılmalıdır.

8. Belediyeye ait “Trabzon Evi” şair ve yazarların beyin fırtınası sahasına dönüştürülmelidir. Burada sohbetler yapılmalıdır, sanat ve edebiyat konuşulmalıdır.

9. Sık sık Trabzon’la ilgili forum ve paneller yapılmalıdır. Bu konuda KTÜ’yle işbirliğine gidilmelidir. Sivil toplum kuruluşlarının potansiyellerinden de yararlanılmalıdır.

10. Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi bir an evvel bitirilerek halkın istifadesine sunulmalıdır. Burada geçmişten bugüne kadar gelmiş geçmiş şair ve yazarları tanıtan devasa görsel panolar oluşturulmalıdır. Buraya gelen şair veya yazar kendisinden bahseden bu panoyu görüp moral bulmalıdır; böylece yazma şevki artırılmalıdır. Halk da değerlerini böylece tanımalıdır. Kalem erbabıyla okuyucular arasında kuvvetli köprüler kurulmalıdır.

12. Belediye öncülüğünde her yıl kitap fuarları düzenlenmelidir. Özellikle ramazan ayında kitap fuarının düzenlenmesi şehrin havasını çok daha güzelleştirecektir. Bu fuara ülkemizin tanınmış yazarlarının getirilip okuyucuyla buluşturulması çok faydalı olacaktır.

13. Kızlar Manastırı’nın kısa zamanda restore edilerek Kültür Sanat Merkezi haline getirilmesi gerekir. Fakat önceki belediye yönetiminin düşündüğü gibi Çağdaş Sanatlar Merkezi değil. Burası Trabzon Halk Sanatları Merkezi olmalıdır. Burada folklorik değerlerimiz yaşatılmalıdır. Kemençe gibi geleneksel çalgı aletleri öğretilmelidir. Hatta burada kemençe yapımı, ağaç işlemeciliği, dokumacılık, hasır bilezik yapımı öğretilmelidir.

14. Trabzonlu kültür adamları, şair ve yazarlar “Trabzon Değerlerini Tanıyor” adı altında halka tanıtılmalıdır; bu kişilerden yaşayanlar varsa bu şahıslar söz konusu programlara davet edilip konuşturulmalıdır. Onların yaşamı ve eserleri değişik sunularla gösterilmelidir.

15. Trabzon’un adıyla özdeşleşen kolbastı oyununun araştırılacağı ciddi bir sempozyum(bilgi şöleni) yapılmalı, bu sempozyumdaki bildiriler kitap haline getirilmelidir.

16. Trabzon’a yakışır bir sanat sokağı düzenlenmeli, burası sanatsal figürlerle güzelleştirilmelidir. Ortahisar’daki tarihî evlerin olduğu boş alan bunun için kullanılabilir.

17. Ortahisar’da belediyeye ait tarihî bina, şair ve yazarların teşkilatlanması için tahsis edilmelidir. Bu binada her hafta düzenli olarak ‘Ortahisar Sohbetleri’ yapılmalıdır.

18. Basın mensupları gibi, halkla bütünleşmeyi arzu eden kültür sanat adamları, şair ve yazarlar da belediye ait ulaşım araçlarından ücretsiz yararlandırılmalıdır.

19. Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi’nde üç ayrı salon yapılmaktadır. Bu salonlara Trabzon’un yetiştirmiş olduğu değerli şahsiyetlerin adı verilmelidir.

20. Aykan döneminde oluşturulan, bugünlerde akıbeti bilinmeyen Mehter Takımı tekrar aktif bir biçimde etkinlikler yapmalıdır. Belirli günlerde halkı şenlendirmelidir.

21. Ramazanda uygun bir yerde ramazan çadırı kurularak ihtiyaç sahipleri buradan faydalandırılmalıdır. Ramazanın bir rahmet ayı olduğu halka hissettirilmelidir.

22. Uzunsokak’taki Mahmut Goloğlu Kültür Merkezi yeniden düzenlenerek sözde değil, özde bir araştırma kütüphanesine dönüştürülmelidir. Buraya periyodik kültür, sanat ve edebiyat dergileri alınmalıdır. Yerel ve ulusal gazeteler de bu merkeze girmelidir.

23. Aykan döneminde büyük bir kampanyayla halk tarafından yaptırılan çeşmeler tekrar gözden geçirilmeli, suyu olmayanlara su bağlanmalı, gerekirse yenileri yapılmalıdır.

24. Mahallelerdeki kütüphaneler yeniden düzenlenerek yeni kitaplarla zenginleştirilmelidir. Bu kütüphanelere verilecek personel bu işi bilenlerden seçilmelidir.

25. Atapark’taki Tarih Merkezi görsel kaynaklarla zenginleştirilerek açık tutulmalıdır.

26. Belediyece yöresel türkülere ve ezgilere ağırlık verecek Türk Halk Müziği Korosu oluşturulmalıdır. Hatta yöresel türkülerin kaybolmaması için bir ses arşivi oluşturulmalıdır.

27. Belediyenin maddî ve manevî öncülüğünde bir yazarlık okulu açılmalıdır. Bu okulda yazar olmanın yolları uzmanlarca öğretilmelidir. Buna yazarlık kursu da diyebilirsiniz.

28. Her yıl Yenimahalle sahilinde Geleneksel Hamsi Şöleni yapılmalıdır.

29. Trabzon Kültür ve Sanat Festivali devam ettirilmelidir. Fakat içeriği zenginleştirilmelidir. Bu festival gurbetçilerin yoğun olarak geldiği Ağustos ayında yapılmalı.

Trabzon’da 20 yıldır yazan bir insan olarak şimdilik sizden taleplerim bunlardır…

12 Nisan 2009 Pazar

“Beyaz Zambaklar Ülkesi-İdeal Öğretmen”

M.NİHAT MALKOÇ

Bataklıklar ülkesinden beyaz zambaklar ülkesine gidişin ibretli hikâyesini anlatan bir kitaptır “Beyaz Zambaklar Ülkesi”… Rus yazar Grigory Petrov tarafından kaleme alınan bu kıymetli kitap, milletçe uyanış için fertlerin özlerine dönmeleri gerektiği tezini, yaşanmış örneklerle işliyor. İnancın ve umudun nelere kadir olduğunu anlamak için bu kitabı okumak gerekir. Türk’ün önderi Atatürk’ün bu kitabın askeri okullarda okutulmasını istediği söylenir.

Rus yazar Grigory Petrov tarafından kaleme alınan “Beyaz Zambaklar Ülkesi” adlı kitabı bir solukta okuyanlardanım. Trabzon Valisi Nuri Okutan Bey bu kitabı valilik imkânlarıyla bastırarak öğretmenlere hediye etti. Söz konusu kitaba yine aynı yazar tarafından kaleme alınan “İdealist Öğretmen” kitapçığını ekleyerek tek kitap halinde bastırdı. “Beyaz Zambaklar Ülkesi” adlı kitap 60 sayfalık “İdealist Öğretmen” ilavesiyle 209 sayfadan meydana geliyor. Eser, son derece kaliteli bir baskıyla öğretmenlerin istifadesine sunulmuştur.

Trabzon’da, kitap okumayı gündemin başına yerleştiren ve okul kütüphanelerine kazandırdığı bir milyon 600 bin kitapla herkesin takdirini kazanan Vali Nuri Okutan, sadece öğrencileri değil, öğretmenleri de okutmakta kararlı görünüyor; aslında çok da iyi ediyor. Zira öğretmenlerin de yeterli derecede kitap okuduğu söylenemez. Öğretmenevlerine gittiğimizde öğretmenlerin zamanlarını daha çok neyle geçirdiğini okey taşlarının sesinden anlayabilirsiniz. Bu sadece Trabzon için değil, tüm ülke öğretmenleri için geçerli bir yakınmadır. Yeterince okumayan bir öğretmenin öğrencisine vereceği fazla bir şey de yoktur.

Trabzon’da yaklaşık 9 bin 100 öğretmene ve usta öğreticiye imza karşılığı dağıtılan “Beyaz Zambaklar Ülkesi-İdeal Öğretmen” adlı kitabı bugünlerde öğretmenlerin elinde görüyorum. Öğretmenler söz konusu kitabı okumakla kalmıyor, onu meslektaşlarıyla da tartışıyorlar. Kitabın, öğretmenlerin ruh dünyasında olumlu izler bırakacağına olan kanaatim tamdır. Özellikle eserin “İdeal Öğretmen” adlı bölümü öğretmenlerin yoluna ışık tutacaktır.

Şehri açık kütüphaneye çeviren Vali Nuri Okutan, Trabzon Valiliği Kültür Yayınları arasında çıkan “Beyaz Zambaklar Ülkesi-İdeal Öğretmen” adlı kitabın “Takdim” kısmında öğretmenlere şöyle sesleniyor: “Öğretmen olma hevesiyle başladığım eğitim hayatım iradem dışında beni idareci konumuna getirdi. Ama ne zaman ki bir sınıf tahtası görsem, ne zaman bir öğrenciyle yolda karşılaşsam öğretmen olamamanın hüznüne kapılıveririm. Öğretmenlik kendinden bir şeyler vermektir. Bilimsel veriler başkalarına yardımcı olan, başkalarına karşı öğretici konumunda bulunan insanların daha mutlu olduğunu ortaya koymaktadır.”

“Beyaz Zambaklar Ülkesi” adlı kitabın edebî açıdan bir iddiası olmadığı için üslup kaygısı da yoktur. İnsanlara ruh ve şuur kazandıran bu eseri okuyanlar harekete geçmek için yarını beklemeyeceklerdir. “İdeal Öğretmen” bölümü ise öğretmenler için güzel örnekler sunuyor. Bu bölümün başında anlatılan yaşanmış hikâye bir hayli enteresan durum arz ediyor:

“1880’li yıllarda Moskova Üniversitesi’nin bütün profesörleri, öğrencileri ve Moskova’nın aydınlar grubu, büyük bir şaşkınlık yaşıyorlardı. Çünkü tanık oldukları şey, o güne kadar görülmemiş bir şeydi. Üniversitenin en genç Matematik Profesörü S. A Raçinski, üniversitedeki kürsüsünden istifa edip ayrılmış, Rusya’nın Smolenska Eyaleti’nin Tatevo Köyü’nde öğretmenliğe atanması için Eğitim Bakanlığı’na bir dilekçe vermişti. Bilim dünyası onunla övünürken ve birçok matematik bilgini ondan önemli buluşlar beklerken, bu genç profesör, kendi arzusu ile üniversitedeki eğitim ve öğretim çalışmalarına son veriyordu. Herkes, ‘Ama neden?’ diye büyük bir merakla soruyordu. Raçinski ise, bu soruya tek bir cevap veriyordu: Bir köyde, sıradan bir köy öğretmeni olmak için!...”

“Beyaz Zambaklar Ülkesi-İdeal Öğretmen” adlı eseri okuyanlar henüz keşfedemedikleri değerlerin peşine düşmek için ‘Kim var?’ deyip sağa sola bakmadan ‘Ben varım ya yeter…’ diyerek işe koyulacaklardır. Bu kitabın sadece öğretmenlerce değil, herkes tarafından okunması ve millî bir ruhla ülkemizin kalkınma seferberliğine dâhil olması gerekir.

11 Nisan 2009 Cumartesi

Şiirlerle Çanakkale Kahramanı Havranlı Koca Seyit

M.NİHAT MALKOÇ

Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan Çanakkale’nin eşsiz kahramanlarından biridir Koca Seyit… Onbaşı Koca Seyit, Çanakkale Muharebeleri’ne damgasını vurmuş bir kahramandır. O, inancın ve kahramanlığın emsalsiz sembolü olmuştur milletin belleğinde.

1889’da Havran’ın eski adıyla Çamlık köyünde doğan Koca Seyit, her genç gibi yirmi yaşında askere alınmıştır. Savaşın sürmesi nedeniyle uzun süre terhis edilmeyen Seyit Onbaşı, topçu eri olarak Mecidiye Tabyası’nda savaşmıştır. Cepheyi yurt edinmiştir kendisine.

Çanakkale Savaşları’nın kızıştığı, cephelerin dolup taştığı, şehitlerin sonsuzluğa kanat açtığı günlerden birinde Koca Seyit’in tabyası da Çanakkale’de vurulmuş, Niğdeli Ali dışında bütün arkadaşları şehit olmuştu. Oturup ağlayamazdı, zira Çanakkale, mahşer meydanına dönmüştü. Önünde bir top, karşısında düşman gemileri duruyordu. O top o namluya sürülmeliydi. Çanakkale Savaşları’nda vinç sistemi bozulan 276 kiloluk top mermisini akıl almaz bir güç ve cesaretle kaldırıp namluya süren Koca Seyit, bu top mermisiyle düşman gemilerinin en büyüğü olan Ocean’ın batmasına vesile olmuştu. Dengesini kaybeden bu dev gemi, Nusret Mayın Gemisi’nin döşediği mayınlara çarparak Boğaz’ın soğuk sularına gömülmüştü. Bu durum en zor zamanda savaşın kaderini ve istikametini ciddi biçimde değiştirmişti. Bu gibi serdengeçtiler sayesinde ‘Çanakkale Geçilmez’ sözü hakikat olmuştu.

Seyit Onbaşı, Havran’da doğmuş sıradan bir insandı. Onun adının duyulmasına ve milletin gönlünde taht kurmasına vesile olan hadise işte burada, Çanakkale’de gerçekleşmiştir. Fakat bu serdengeçtiliği ‘kahraman olayım’ diye değil, şartlar öyle gerektirdiği için yapmıştır. Nitekim daha sonra o ağırlıkta bir topu kaldırmasını isteyenler olmuş; o, bunu denemişse de başaramamıştır. Demek ki bu akıl ve mantıkla açıklanması zor, bambaşka bir inanç ve direnç psikolojisidir. Bunun için gerekli şartların oluşması lazımdır.

Milletimiz vatan için her şeyini ortaya koyanları bugüne kadar unutmadı, bundan sonra da unutmayacaktır. Bunun göstergesi olarak Çanakkale kahramanlarından biri olan Koca Seyit’in adı doğduğu köye verilmiştir. O şimdi kendi adıyla anılan köyde metfundur.

Bundan iki sene evvel Havran Kaymakamlığı, Çanakkale Savaşları’yla adı özdeşleşen Onbaşı Koca Seyit’le ilgili bir şiir yarışması düzenlemişti. Çok kıymetli şiirler birikmişti gönül havuzunda. Bunlardan ilk üçü dereceye girerek para ödülüyle ödüllendirilmişti.

Koca Seyit Şiir Yarışması’nda dereceye giren şiirlerle birlikte jüri tarafından yayınlanmaya değer görülen şiirler “Şiirlerle Çanakkale Kahramanı Havranlı Koca Seyit” adlı kitapta Havran Kaymakamlığı’nca bir araya getirildi. Kitabın ilk sayfasında Koca Seyit’in hayatı anlatıldı. Daha sonra Balıkesir Valisi Selahattin Hatipoğlu’nun ve Havran Kaymakamı Fatih Genel’in Önsöz’üne yer verildi. Eser baştan sona kadar birbirinden güzel ve özel Çanakkale Savaşı ve Seyit Onbaşı resimleriyle zenginleştirildi. Kitapta, yarışmada birinci olan Fikret Cengiz’in “Koca Seyit” şiirine, ikinci olan Erol Konur’un “Bir Yiğidin Destanı” şiirine ve üçüncü olan Ali İhsan Gürbüz’ün “Koca Seyit” şiirine ilk sayfalarda yer verildi. Bunun dışında dereceye giremediği halde kitaba alınmaya layık bulunan Zübeyde Gökbulut, Betül Övünç, Ömer Kemiksiz, Bilal Gülümser, Hakkı Şener, Zülfiye Yazıcı, Sevinç Atan, Hasan Akçay, İbrahim Şaşma, Recep Gönülal, Asım Bozdağ, Alaettin Özkale, Mehmet Ali Şentürk, Gül Altuntaş, Nihat Malkoç, Kadir Kaya, Işıl Eker, Tahir Hacıoğlu, Yusuf Aydın, Merve Begüm Narlı adlı şairlerin birbirinden güzel ve anlamlı yirmi şiiri sıralandı.

Havran Kaymakamı Fatih Genel’in gayretleriyle yayınlanan ve alanında eşsiz bir eser olan “Şiirlerle Çanakkale Kahramanı Havranlı Koca Seyit” adlı kitap bin adet basılarak ülke genelinde ilgili yerlere dağıtıldı. 51 sayfadan meydana gelen bu kitap kuşe kâğıda basılmıştır. Böyle güzel ve anlamlı bir eserin yayınlanmasına vesile olduğu için Havran Kaymakamı Fatih Genel’i yürekten kutluyorum. O, kaymakamların sadece mülki idare amiri olmadıklarını, yönettikleri ilçelerin halkıyla ve kültürüyle bütünleşen insanlar olduklarını gösterdi bizlere.

9 Nisan 2009 Perşembe

Doğu Karadeniz ve Kafkaslarda Türk Dili ve Kültürünün Etkileri

M.NİHAT MALKOÇ

Geçenlerde(08 Nisan 2009 Çarşamba) Trabzon Lisesi Mehmet Ali Yılmaz Konferans Salonu’nda güzel bir panel yapıldı.“Doğu Karadeniz ve Kafkaslarda Türk Dili ve Kültürünün Etkileri” adlı panele kıymetli üç bilim adamı katıldı. Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Uşak Fen- Edebiyat Fakültesi kurucu dekanı Gürer Gülsevin ve Türkolog Mustafa Öner adlı bu üç değerli Türkçe sevdalısı haziruna kıymetli bilgiler verdiler.

Trabzon Valiliği’nin katkılarıyla düzenlenen panele ilgi bir hayli büyüktü. Söz konusu panele Trabzon Valisi Nuri Okutan, Trabzon Milli Eğitim Müdürü Selim Yavuz Sandıkçı, Cumhuriyet Başsavcısı Rıza Can, vali yardımcıları, Trabzon Lisesi Müdürü Ömer Eyüboğlu, Trabzon’daki okulların ilgili öğretmenleri ve öğrencilerinin yanı sıra birçok davetli de katıldı.

“Doğu Karadeniz ve Kafkaslarda Türk Dili ve Kültürünün Etkileri” adlı panelin yöneticisi de olan Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın panelde ilk konuşan kişi oldu. Daha doğrusu sunu üzerinden giderek ilgili konuda açıklamalar yaptı. Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın konuyla ilgili özetle şunları söyledi:

“Ülke olarak okuryazar oranımız yükseldi ama ne yazık ki kitap okuma oranımız giderek daha da azaldı. Bu çerçevede Sayın Valimiz Nuri Okutan’ın Trabzon’da başlattığı ve başarıyla devam ettirdiği “Trabzon Okuyor” kampanyasını çok anlamlı ve yerinde bir hareket olarak görüyorum. Okumak bir ihtiyaç olarak görüldüğünde mevcut meselelerin çoğu kendiliğinden çözülecektir. Bunun yanında bir başka sorun daha var ülkemizde; o da yabancı dille eğitim anlayışıdır. Yabancı dille eğitim Türkçeye çok zarar veriyor. Öte yandan işyeri adlarının yabancı kelimelerden seçilmesi ayrı bir sıkıntı olarak karşımıza çıkıyor.

Buradan asıl konumuza geçersek öncelikle şunu söyleyebiliriz. Kafkasya’nın Batıya açılan kapısı Anadolu’dur. Birbirine çok yakın bu coğrafyaların kültürleri ve dilleri birbirlerini etkilemişlerdir. Mesela Türkçe olan ‘yoğurt ‘ kelimesi dünyanın pek çok diline geçmiştir. Türk dili ve kültürü Kafkas halklarının dillerini ve kültürlerini ciddi olarak etkilemiştir. Bir sözcük bir dile girerse o sözcük o dilden kolay çıkarılamaz. Mesela bugün Ermenicede pek çok Türkçe kelime gibi ‘düdük’ sözcüğü de yaygın olarak yaşamaktadır.

Bugüne kadar Türkçenin başka dillerden aldığı kelimelere değindik hep.... Türkçenin başka dilleri ve kültürleri etkileme gücünden söz etmedik. Sırpçada yedi binden fazla Türkçe kelime var bugün… ‘yatak’, ‘yorgan’ Sırpçada hâlâ kullanılan Türkçe kelimelerdir. Sırplar bunları dillerinden attıklarında yataksız ve yorgansız kalırlar. Öte yandan Türkiye’deki âşıklık geleneği Ermeni ve Gürcü kültürlerini de etkilemiştir. Keza ‘âşık’ kelimesi Ermenicede biraz değiştirilerek ‘asug’ olarak kullanılmaktadır. Türkçeden dünya dillerine 11 bini aşkın kelime geçmiştir. Türkçede 27 Ermenice sözcük olmasına karşılık Ermenicede üç binin üzerinde Türkçe kelime vardır. Hep Farsçadan Türkçeye giren kelimelerden yakınırız; fakat Farsçadan Türkçeye 1500 kelime geçtiği halde Türkçeden Farsçaya 2500 kelime geçtiğini bilmeyiz. Türkçeden Gürcüceye ‘tolma, kaurma, haşlama, açma’ gibi yemek adları geçmiştir. Ermeni soyadlarında da Türkçenin etkisini görüyoruz. Mesela Ermeni Dışişleri Bakanının soyadı Nalbantyan’dır. Gürcistan’daki yer adlarının bir kısmı da Türkçedir. Örnekleri çoğaltabiliriz.

TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın’ın ardından söz alan Uşak Fen- Edebiyat Fakültesi kurucu dekanı Prof. Dr. Gürer Gülsevin, dili bir ırmağa benzeterek dillerin ve milliyetlerin yayılma sürecinden bahsetti; millet kavramı üzerinde yoğunlaştı. Doğu Karadeniz’deki ağızların karakteristik özelliklerine, sondaki açık hecedeki ‘-i’ meselesine, özellikle ‘-miş’ ekinin tek şekilli kullanımına değindi. Türkçenin dünya dilleri arasında en çok farklı dilden kelime alan ve en çok farklı dile kelime veren bir dil olduğunu hatırlattı.

Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Öner ise daha çok, Karadeniz çevresi Türk dili ve lehçeleri hakkında bilgi verdi. Dillerin tarihî kökenine indi.

Neticede çok faydalı bir panel oldu. Valimiz Sayın Nuri Okutan, panelin kapanış konuşmasını yaparak bu üç kıymetli bilim adamına günün anısına birer plaket takdim etti.

5 Nisan 2009 Pazar

Ressam Şakir Şeyihoğlu Trabzon Tarihini Resimliyor

M.NİHAT MALKOÇ

Trabzon, tarihî İpek Yolu üzerinde bulunan önemli bir ticaret, kültür ve sanat şehridir. Büyük değerler yetiştirmiştir bu güzel şehir… Trabzon, Türkiye’nin can damarı olmuştur her dönemde. Trabzon, ülkemizin gözbebeği olmayı başarmıştır sürekli… Bugün de öyle…

Kimler geldi, kimler geçti bu topraklardan. Güzel Trabzon’umuzu fetheden Fatih Sultan Mehmet, bu şehirde 22 yıl valilik yapan Yavuz Sultan Selim ve onun bu topraklarda doğan oğlu Kanunî Sultan Süleyman Trabzon’a çok değerler katmıştır. Bu tarihî şahsiyetlerin karakterlerinin şekillenmesinde ve ruh dünyalarının oluşmasında bu toprakların etkisi büyüktür. Trabzon’un neresine bakarsanız bakın, bu şehrin her bir köşesi tarihten izler taşımaktadır. Trabzon hepimizin ortak değeridir, bu şehir kimliğimizin bir parçasıdır.

Herkes yaşadığı şehre katkıda bulunmalıdır. Bu konuda hepimize düşen sorumluluklar vardır. Yaşadığı şehre kendinden bir şeyler katmayı amaçlayan ve sorumluluk duygusuyla sanatkârlığı birleştiren KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Resim Öğretmenliği Bölümü Öğretim Görevlisi Ressam Şakir Şeyihoğlu, Trabzon’un köklü tarihini resimlendirmeye karar vermiş… Bu isabetli kararından dolayı kıymetli arkadaşım Şakir Şeyihoğlu’yu kutluyorum. Bu bir eksiklikti aslında. Tarihte önemli bir yere sahip olan Trabzon’un fethi daha önce resimlenmeliydi. Fakat daha evvel böyle anlamlı bir çalışmanın düşünüldüğünü sanmıyorum.

Tarihi sadece tarihçiler yazmaz; şairler şiirleriyle, yazarlar romanlarıyla ve hikâyeleriyle, ressamlar da fırçalarıyla yaşanan hadiseleri ebedileştirerek kayda alabilirler. Üstelik resim görsel bir sanat olduğu için usta elden çıkınca yazıdan çok daha etkili olabilir. Bir bakışta onlarca sayfada anlatılanı gözünüzde canlandırarak, zihninizden geçirebilirsiniz.

Bu anlayıştan yola çıkan Şakir Şeyihoğlu, “Trabzon’un Tarihi Resimleniyor” adını verdiği proje kapsamında ilk olarak Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u fethini(1461) tablolaştırdı. Bu bir başlangıç olarak kabul edilmelidir. Bunun devamı gelecektir şüphesiz…

Trabzonlu ressam Şakir Şeyihoğlu, uzun bir dönemi kapsayan, geniş ve ciddi bir çalışma gerektiren bu projeye çok önem veriyor. Trabzon’un tarihî İpek Yolu üzerinde yer alan coğrafî ve kültürel mirasıyla önemli bir kent olduğunu ifade eden Şeyihoğlu, kentin bilinen tarihine görsellik kazandırmak amacıyla, 1461’den itibaren Trabzon’un tarihine yön veren önemli şahsiyetleri ve olayları resmetmeye başladığını müjdeliyor Trabzonlulara.

Bu öyle sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Öncelikle Trabzon’un tarihini ve fethin ruhunu besleyen kaynakları çok iyi bilmek gerekir. Bu çerçevede yapılacak resimlerin olayların yaşandığı dönemi layıkıyla yansıtması için arşiv araştırmaları da yapılmalıdır. Gelin bu büyük çalışmayı sırtlayan Şakir Şeyihoğlu’nun bu husustaki sözlerine kulak verelim:

“Benim kendimce ve elimden geldiğince küçük de olsa yaşadığım kente katkıda bulunabilme gayesiyle başladığım bir proje var. Trabzon’un 1461’den itibaren önemli şahsiyet ve olaylarını imkânım elverdiğince resmetmek. Karanlığa bir kibrit çakıp, bilinen tarihe görsellik kazandırmak… İşimin çok zor olduğunu Trabzon’un fethini araştırmak noktasında anladım. Net bilgi ve görsel kaynak yetersizliği işi güçleştiriyordu. Pes etmedik ve kitaplarla birlikte, çağımızın sihirli kutusu olan internette benzer zaman diliminde Türk askeri ve silahlarını araştırdım. Çok doyurucu olmasa da bazı bulgulara ulaşabildim. Malum bizde ne tarih yazma geleneği ne de koleksiyon anlayışı ciddi boyutta yok. Tabii ki bu tür resimler önce araştırma, daha sonra biraz empati, biraz da yorum istiyor. İlk çalışma olarak “Fatih’in Trabzon’u Fethi “ tablosunu çalıştım. Bu bir proje, imkân, destek ve zaman istiyor.”

Şeyihoğlu, projenin devamında Yavuz, Kanunî, Atatürk gibi Trabzon tarihine yön vererek şehirde iz bırakmış şahsiyetleri ve olayları tuvale aktarmayı planladığını söylüyor.

Ellerine sağlık değerli sanatkâr dostum Şakir Bey… Çok da güzel olmuş bu ilk fetih tablosu. Doğrusu o meşhur ‘İstanbul’un Fethi’ tablosunu aratmıyor bizlere. Gelecek tabloların da bu ilk tabloyu aratmayacağını düşünüyorum. Sana bu kutlu sevdanda başarılar diliyorum.

4 Nisan 2009 Cumartesi

"Gül Kokusunu Bu Çağa Taşıyalım"

M.NİHAT MALKOÇ

Nisan ayıyla birlikte Kutlu Doğum etkinlikleri de başladı. Trabzon’daki ilk etkinlik 04 Nisan 2009 Cumartesi günü Zorlu Grand Otel’de gerçekleştirildi. Trabzonlu İmam-Hatipliler Derneği(TİMDER) öncülüğünde gerçekleştirilen konferansta, özgün yorum ve tahlilleriyle tanıdığımız ve sevdiğimiz değerli ilahiyatçı-yazar Mustafa İslamoğlu, Kutlu Doğum Haftası çerçevesinde Peygamberimizi ve dönemini anlattı. Çok büyük bir kalabalık vardı konferansta. Dinleyicilerin çoğu ayaktaydı. Bir o kadarı da dışarıda kalmıştı. Peygamber sevgisi dışarılara taşmıştı. Biz de yer bulup oturamadık, konferansı ayakta takip ettik. İyi bir hatip olan Mustafa İslamoğlu, Resulullah Efendimizi kendine has üslubuyla etkileyici bir şekilde anlattı. Hilal Televizyonu’ndaki programları ilgiyle takip edilen ve kitapları sevilerek okunan Mustafa İslamoğlu, Peygamberimizle ilgili özetle şu görüşlere yer verdi:

“Her yıl nisan ayında kâinatın efendisi olan Hz. Muhammed(sav)’i yâd ediyoruz. Bazıları buna ‘anmak’ diyor. Bence anmaktan evvel onu ‘anlamak’ gerekir. Zira onu anlamaya bugünkü insanların çok ihtiyacı vardır. O bizim için iyi bir modeldir.

Peygamberimiz Allah’ın insanlara gönderdiği ideal bir tiptir. Rabbimiz özene bezene bir model oluşturdu bizim için. O model Resulullah’tır. O, canlı Kur’an’dır. Hz. Aişe’ye onun ahlakı sorulduğunda: ‘Onun ahlakı Kur’an ahlakıydı’ buyurmuştur. Peygamberler insanın kendisini, kâinatı ve Allah’ı doğru anlamasını temin etmek için gönderilmiştir.

Allah Resulünü şüphe yok ki vahiy inşa etti. O, Suffe ehlini çok severdi. Resulullah, müşrikler 70 kişilik Suffe ehlini pusuya düşürüp şehit ettikleri zaman çok üzülmüş, günlerce gözyaşı dökmüştü... İslam’ı öyle bir yaşa ki seni öldürmeye gelen sende dirilsin… Şeytanı şeytan eden hatasında ısrar etmesi, Âdem’i adam edense hatasında ısrar etmemesidir.

Peygamberler ömürlerini tebliğ yolunda harcamışlardır. O kadar çok mücadele etmişlerdir ki ‘bittim’ noktasına gelmişlerdir. Kulun bittiği yerde Allah’ın yardımı yetişir.

Müslümanlar karada gemi yapmaya talip insanlardır. Siz geminizi karada yapın, Rabbim denizi ayağınıza getirir. Karada gemi yapmaya talip olmak zor iştir. İslamî anlayıştan uzak insanlar repoya kâr derken Müslüman’ın zarar demesi karada gemi yapmaktır. Zekâta yaklaşmayanların, onu malın eksilmesi olarak görenlerin inadına, zekâtı malın bereketlenmesine vesile sayanların davranışı da karada gemi yapmaya güzel bir örnektir. 40’tan bir çıkınca 39 kalır diyenlere inat, ‘iman matematiğine’ dayanarak, 40’tan bir çıkınca 400 kalır diye inanmak, karada gemi yapmaktır. Allah bir şeyi istedi mi vermek için ister…

Sapık kavimler melek Peygamber istediler. Çünkü onlar insanlıklarını kaybettikleri için insandan peygamber olamayacağını düşünüyorlardı. Peygamberimiz her şeyden önce bir insandı. Onu öncelikle insan olarak görmek lazımdır. Allah isteseydi meleklerden peygamber gönderirdi bizlere. Fakat bizler insan olduğumuz için bu yükü kaldıramazdık. Günümüzde Peygamberimizi uçuran, onun insanî yönünü görmezden gelen dinî kesimler vardır.

Sünnet hayatın ta kendisidir. Bizim için asıl sünnet Resulullah’ın Peygamber olduğu için yapıp ettikleridir. Peygamberimizin mevcut durumlara göre davranışları vardır. Mesela o büyük insan, bir zamanlar mescitlerinin zemini kum olduğu için namazını ayakkabıyla kılmıştır. Zemin düzeltilince ayakkabılarını çıkararak öylece kılmıştır. Siz şimdi bunu ölçü alarak ‘ayakkabıyla namaz kılmak sünnettir’ deyip camilere ayakkabıyla girebilir misiniz?

Her şeyin bir bedeli vardır; sevginin de… Sadece bedeli ödenmiş sevgiler makbul sevgilerdir. ‘Resulullah’ı seviyorum’ demekle kalmayalım, sevgimizin bedelini ödeyelim.

Ebu Leheb öldü, Ebu Lehebler ölmedi. Muhammed(sav) öldü ama Muhammedilik ölmedi. Dostlar, gül kokusunu bu çağa taşıyalım. Zira gül kokusu kayboluyor. Oysa biz ‘gül medeniyeti’nin çocuklarıydık. Gerçek güllerin yerini plastik güllere bıraktık. Sevgiye gönül vermeyenler Yakupça bir burna sahip olamazlar. Gelin Gül-i Muhammedî’nin dibinin toprağı olalım. Gelin Resulullah’ın yüzünü ağartan bir ümmet olalım. Gül kokusunu çağa taşıyalım.”

3 Nisan 2009 Cuma

Trabzon Okul Öncesi Eğitimde Türkiye İkincisi

M.NİHAT MALKOÇ

Günümüzde okulöncesi eğitimin önemi geçmişe nazaran çok daha iyi kavranmış gözüküyor. Bir zamanlar lüks ve gereksiz görülen okulöncesi eğitim artık veliler tarafından da benimsenmiş durumda. Bu konuda Trabzon ili kısa zamanda çok büyük mesafe alan bir şehir olarak karşımıza çıkıyor. Artık minikler evde oturmuyor, okullarda öğrenerek sosyalleşiyor.

Trabzon Valisi Nuri Okutan, okulöncesi eğitime çok önem veriyor. O, daha evvel görev yaptığı Siirt ve Sakarya illerinde bu alanda yaptığı başarılı çalışmalarla dikkat çekiyordu. Siirt’te yüzde 4 olan okulöncesi eğitim oranını yüzde 63’e, Sakarya’da yüzde 7’den 72’ye çıkaran ve Vehbi Koç Vakfı Ödülü’ne layık görülen Okutan, Trabzon’a gelince eğitim alanındaki ilk icraatı okulöncesi eğitimi geliştirmek ve daha ileri götürmek oldu. Mevcut durumu tespit etti. Bunun daha ileri götürülmesi için kaynak arayışlarına başladı.

Trabzon Valisi Nuri Okutan, şehrimize vali olarak atanmadan önce bu şehirdeki okulöncesi eğitimde okullaşma oranı sadece yüzde 37’ydi. Bu aslında çok düşük bir rakamdı. Bu oranın bir an evvel yukarı çekilmesi gerekiyordu. İlk sene yoğun çalışmalar yapılarak Trabzon’daki okulöncesi okullaşma oranı yüzde 71’e çıkarıldı. Trabzon okul öncesi eğitimde büyük bir hamle gerçekleştirerek Türkiye 2.si oldu. Okul öncesi eğitimde 33 bin 677 çocuğu okullu yapan Trabzon, önümüzdeki yıl 9 yıllık zorunlu eğitimin uygulanacağı 10 il arasına girdi. Okulöncesi eğitimde birinciliği Amasya, üçüncülüğü de komşumuz Rize elde etti.

Vali Nuri Okutan, Sakarya’da görev yaparken bu büyükşehirde de okulöncesi eğitimde çok büyük mesafeler almıştı. Şimdi Sakarya bu alanda dördüncü durumda. Artık okulöncesi eğitimdeki büyük başarı ve onur Trabzon’a ait… Bu alandaki istatistikler yüzümüzü ağartıyor. Okul öncesi eğitimde Trabzon 3–4 yaş arası çocukların okullaşmasında bin 803 öğrenci ile Türkiye birincisi olurken, 4–5 yaş okullaşmada 6 bin 299 öğrenci ile Türkiye 2.si oldu. 4–6 yaş çocukların okullaşmasında 15 bin 937 öğrenciyle Türkiye 2.si, 5–6 yaş çocukların okullaşmasında ise 9 bin 638 öğrenci ile yine Türkiye 2.si oldu. Trabzon okul öncesi eğitimde 33 bin 677 çocuğu okullu yaparak Amasya’nın ardından Türkiye 2.si oldu.

Trabzon, okulöncesi eğitimde çağ atladı artık… 2002’de Trabzon’da 11 okul, 340 ana sınıfı bulunurken, bugün Trabzon’da 30 okul, 740 ana sınıfına ulaşıldı. Rize’de ise 5–6 yaş grubunda toplam 9 bin 103 çocuğun eğitimi gerçekleştirilerek Türkiye üçüncülüğü onuruna ulaşıldı. Trabzon’daki başarının mimarı olan Vali Nuri Okutan, amaçlarının kurumsallaşmayı sağlayarak okul öncesinde okullaşma oranını yüzde 100’lere ulaştırmak olduğunu söylüyor.

Azmedince her şey başarılabiliyor. İsteyince ve işleri titizlikle takip edince başarı geliyor. İdarecilerde gayret görülünce devlet de yardım elini uzatıyor. Fakat her şeyi devletten beklememek gerekir. Trabzon’daki okulöncesi eğitimde hayırsever kişilerin katkısı da önemli bir yekûn teşkil ediyor. Halk, istemesini bilen idareciye yardım ediyor, yanında yer alıyor.

Okulöncesi eğitimin bu noktaya gelmesinde Trabzon Millî Eğitim Müdürü Selim Yavuz Sandıkçı’nın gayretleri de göz ardı edilemez. O da gece gündüz demeden, okulöncesi eğitim çıtasının daha yukarılara çıkarılması için büyük bir mücadele verdi. Bir ekip çalışması neticesinde bu başarılı noktalara gelindi. Fakat bu konuda yapılacak daha çok iş var. Gelecek seneden itibaren Trabzon’da zorunlu eğitim sekiz yıldan dokuz yıla çıkarılacağı için bunun altyapısının bir an evvel tamamlanması gerekiyor. Özellikle Trabzon merkez dışındaki ilçe okullarında bu alanda aşılması gereken ciddi sorunlar var. Bu hızla ve bu azimle gidilirse o sorunların da kısa zamanda aşılacağına inanıyorum. Trabzon bu alanda ‘birinci’ olmadan valimiz bu işin yakasını bırakmaz. Onun Trabzon’da olması bizler için büyük bir avantajdır.

Okulöncesi eğitim konusunda velilerimizde de azamî bilinç oluşmuştur. Artık veliler bu hususta ayak diretmiyorlar. Hatta çocuklarını okulöncesi eğitime dâhil etmek için birbirleriyle yarışıyorlar. Demek ki ses verince verilen ses yankı buluyor. Sayın Valimize Trabzon’daki okulöncesi eğitime verdiği olağanüstü destekten dolayı teşekkür ediyoruz.

Trabzon Valiliği Yayınları

M.NİHAT MALKOÇ

Güzel Trabzon’umuzda okuma ve kitap adına örnek işler gerçekleştiriliyor. Kitap okuma seviyesi son derece düşük olan şehrimiz Trabzon artık okuyor. Ne oldu da okumayan şehir Trabzon, okuyan şehir Trabzon’a dönüştü? Sihirli bir el mi değdi de bu değişim ve dönüşüm yaşandı? Hayır, sadece yerinde bir kıvılcımla okuma sevgisi ateşi tutuşturuldu.

İsmiyle müsemma bir vali geldi Trabzon’a. O vali şehrimize bir anlamda bilgi ve nur(ışık) saçtı. Onun soyadı da “Okutan” dı. Sakarya’da ve Siirt’te “Okutan Vali” olarak nam salmıştı. Trabzon’a da böyle bir vali gerekiyordu zaten. Neticede bizim valimiz oldu. Trabzonlular, kendilerine böyle çalışkan ve ileriyi gören vali verildiği için bahtiyar oldular.

Trabzon Valisi Nuri Okutan, kolları sıvayarak işe başladı. O, herkesin kendisinden çok şey beklediğinin farkındaydı. Bu beklentileri boşa çıkarmak istemiyordu. Bu düşünceyle yola çıktı Vali Nuri Okutan Bey… Önce kütüphanelerin altyapısını düzenlemekle ve kitap sayısını artırmakla başladı işe… Bu çerçevede, daha önceleri çok pasif olan ve birkaç kitaptan başka eser yayınlayamamış Trabzon Valiliği Yayınlarını zenginleştirdi. 63 tane kitap bastırdı Valilik Yayınları olarak… Bu kitapları Trabzon’un merkezinden en ücra köşesindeki okula kadar dağıttı. Bununla da yetinmeyerek değişik yayınevlerinden öğrencilere faydalı olabilecek kitaplar aldı. Okul kütüphanelerine koli koli kitaplar gitti. Bilginiz olması açısından Trabzon Valiliği’nin kısa zaman içerisinde yayınladığı kitapların listesini sunmak istiyorum size:

“Atatürk ve Millî Kültür(Dr. Müjgan Cumbur), Nutuk(Mustafa Kemal Atatürk), Babalar ve Oğullar(Turgenyev), Battal Gazi Destanı, Beni Tanıyor musunuz?, Beyaz Sessizlik(Jack London), Bize Göre(Ahmet Haşim), Ceza Sömürgesi(Franz Kafka), Çağlayanlar(Ahmet Hikmet Müftüoğlu), Çanakkale Zaferi ve İstiklal Marşı’nın Kabulü, Çocuk Kalbi(Edmando De Amicis), Dede Korkut Hikayeleri, Divan Şiirinden Seçmeler, Falaka(Ömer Seyfeddin), Fatih ve Kısa Oyunlar(A. Turan Oflazoğlu), Heidi(Johanna Spyri), İstiklal Şairi Mehmet Akif(M. Ertuğrul Düzdağ), Kaşağı(Ömer Seyfeddin), Kelile ve Dimne’den Seçmeler(Beydeba), Kış Masalı(William Shakespeare), Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre(Sait Başer), Mesnevi’den Seçmeler(Mevlânâ Celâleddin-i Rumî), Müfettiş(Gogol), Ölü Canlar(Nikolai Gogol), Romeo ve Juliet(William Shakespeare), Safahat(Mehmet Akif Ersoy), Seçme Atasözleri, Safahat’tan Seçmeler(Mehmet Akif Ersoy), Seçme Hikayeler(Ömer Seyfeddin), Seçme Konuşmalar(Konfüçyüs), Seçme Türk Masalları, Sergüzeşt(Sami Paşazâde Sezai), Seyahatname’den Seçmeler(Evliya Çelebi), Sokrates Savunuyor(A. Turan Oflazoğlu), Tiryaki Sözler(Cenap Şehabettin), Sokrates’in Savunması(Eflatun), Tom Sawyer’in Maceraları(Mark Twain), Türk Dünyası Masalları-1(Cırttan ile Çilbik), Türk Dünyası Masalları-2(Yartı Kulak), Türk Dünyası Masalları-3(Aldar Köse), Türk Dünyası Masalları-4(Keloğlan ile Kahkaha Hanım), Türk Dünyası Masalları-5(Er Tapıldı), Türk Dünyası Masalları-6(Murkumomo ile Çomotay), Türk Halk Şiirinden Seçmeler, Türk Hikayelerinden Seçmeler, Yahya Kemal’de Türk Müslümanlığı(Sait Başer), Yalnız Efe(Ömer Seyfeddin), Yedinci Mühür(Ingmar Bergman), Yunus Emreden Seçme Şiirler…”

İnternetten araştırdım da hiçbir valiliğin bu kadar çok yayını olduğunu görmedim. Bu çok hayırlı bir hizmet… Bu hizmete sivil toplum kuruluşları ve hayırseverler de destek oluyor. Yani bu kitapların ücreti devletten çıkmıyor. İşi biliyor Sayın Valimiz Nuri Okutan Bey… Bütçemiz yetersiz deyip çaresizleri oynamıyor. Neticede Trabzon şehri kazanıyor.

Bilindiği gibi Trabzon’daki okullarda, resmi dairelerde ve camilerde “Okuma Saati” uygulaması yapılıyor. Yukarıdaki kitaplar 2006–2007 Eğitim-Öğretim yılında Trabzon’da başlatılan “Okuma Saati” uygulaması kapsamında okul kütüphanelerini zenginleştirmek amacıyla Trabzon Valisi Nuri Okutan’ın himayelerinde basımı yaptırılıp öğrencilere dağıtılmıştır. Yani okuyun demekle kalınmamış, okurlara kitap da sağlanmıştır. Bu projede Valimizle birlikte Hasan Dilekoğlu’nun da çok büyük emeği olduğunu söylemek istiyorum.