26 Nisan 2008 Cumartesi

Nihat Sami Banarlı'ya Vefa

M.NİHAT MALKOÇ

Trabzon Valiliği kültür, sanat ve edebiyat etkinliklerini önemsiyor. Daha evvel “Okuyan Trabzon” kampanyasıyla gençleri kitapla buluşturan Trabzon Valisi Nuri Okutan şimdi de Trabzon’un unutulmuş değerlerini gündeme taşıyor. Aslen Trabzonlu olan fakat bu şehirle bağlantıları pek de bilinmeyen şahsiyetler, kent insanının hafızasına nakşediliyor. Hakikatte çok mühim işler yapan, kültür, sanat ve edebiyat hayatımızda önemli boşluklar dolduran bu kişiler valiliğin merceği altına alınmış bulunmaktadır. Bu önemli abide şahsiyetler bu vesileyle gençlere tanıtılmış olacak. Böylece geleceğimizin teminatı olan gençler bu güzel örnekleri kendilerine model seçecekler. “Trabzon Kültür Sanat Günleri” adıyla düzenlenmekte olan etkinliklerin ilki 26 Nisan 2008 Cumartesi günü Trabzon Lisesi konferans salonunda yapıldı. Türk Edebiyatı Tarihçisi Nihad Sami Banarlı’nın anıldığı, Prof. Dr. Kazım Yetiş, Dr. Fahrunnisa Bilecik ve Dr. Nevnihal Bayar’ın konuşmacı olarak katıldığı bu önemli anma toplantısına ilgi büyüktü. Konferanstan evvel Trabzon Valisi Nuri Okutan Bey, etkinliklerin gayesiyle ve Banarlı’yla ilgili veciz bir konuşma yaparak şunları söyledi:

“Trabzon tarih boyunca nice değerli şahsiyetler yetiştirmiştir. Bu değerler sayesinde Trabzon Trabzon olmuştur. Bu kıymetli şahsiyetlerin bir kısmı Trabzon’da doğmuş olmasına rağmen maddî sıkıntılar yüzünden başka şehirlere göç etmek zorunda kalmışlardır. Bir kısmının ailesi buralı olsa da vaktiyle bu şehirden göç ettikleri için başka memleketlerde doğup büyümüşlerdir. Fakat bu şehirde doğup büyümeseler de onları bu şehirden ayrı düşünemeyiz. Çünkü onlar bu şehrin değerleriyle yoğrulmuşlardır.”

Daha sonra Türk kültürünün köşe taşlarından biri olan Nihad Sami Banarlı’yı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Kazım Yetiş, enine boyuna anlattı. Değerli edebiyat akademisyeni Yetiş, uzun konuşmasında şu satırların altını çizdi:

“Nihad Sami, Trabzon mebusu şair Emin Hilmi’nin torunu, vali şair İlyas Sami’nin oğludur. Banarlı soyadını babasının ve annesinin mezarlarının bulunduğu Tekirdağ’ın Banarlı kasabasından almıştır. Annesi ve babası, adı geçen kasabada ölmüştür. O, Trabzon’daki Alemdarzadeler sülalesine mensuptur. Fakat geniş şeceresi Fatih yangınında yok olduğu için bu konuda teferruatlı bilgilere sahip değiliz. O zamanlar Ortahisar’da konakları vardı. 1948 yılından itibaren Hürriyet gazetesinde ‘Edebi Sohbetler’ sütununda önemli yazılar yazdı. 1953 yılında kurulan İstanbul Fetih Cemiyetine girdi. Bu teşkilata bağlı olan İstanbul Enstitüsüne müdür oldu. 1958 yılında Yahya Kemal Enstitüsü yayın işlerini başarıyla yürüttü.

Banarlı, şair Yahya Kemal’i bütün yönleriyle gün yüzüne çıkaran insandır. Yahya Kemal öldüğünde merhum şairin yaşadığı oteli kapatarak ondan arda kalan her türlü belgeyi koruma altına almıştır. Yahya Kemal yaşarken eser yayınlamamıştır. Ölümünden sonra onun kıymetli eserleri Banarlı sayesinde basılarak Türk okuyucusuyla buluşmuştur. Eğer Banarlı bu eserlere ve belgelere sahip çıkmasaydı kim bilir hangi fırsatçının elinde yok olup gideceklerdi.

Türkiye’de on tane daha Nihat Sami olsaydı kültür, sanat ve edebiyat hayatımız bugünkünden çok daha farklı olurdu. O, Türkoloji’nin ve edebiyat tarihçiliğinin sırlarını Fuat Köprülü’den öğrenmiştir. Ekrem Hakkı Ayverdi ve Samiha Ayverdi ona derinlik kazandırmışlardır. Banarlı hiçbir zaman belli bir zümrenin adamı olmamıştır. Zaman zaman şovenlikle suçlansa da o, milletinin adamı olmuştur. Daima bütünü görüp kucaklamış, Türk kültür kaynaklarını tespit etmiş, Türk kültürünü geniş kitlelere sevdirmiştir. Edebiyat tarihçiliği alanında yazdığı Resimli Türk Edebiyatı adlı eser, türündeki en muhteşem örnektir. Bunun yanında ‘Türkçenin Sırları’ adlı eseriyle dilimizin inceliklerini ortaya koymuştur.”

Kazım Yetiş Bey’den sonra söz alan Fahrunnisa Bilecik ve Nevnihal Bayar; Banarlı’nın çok arzuladığı bir çalışma olan Kubbealtı Misalli Büyük Lügati’ni ayrıntılı bir şekilde anlatarak 34 yıl gibi uzun bir zaman içinde yazılan eseri enine boyuna tanıttılar। Böyle faydalı toplantılarla kent halkını uyandıran valimiz Nuri Okutan’a şükranlarımızı sunuyoruz.

20 Nisan 2008 Pazar

Sınavlara Hazırlanan Çocuklara Psikolojik Destek

M.NİHAT MALKOÇ

Özel Dershaneler Birliği(ÖZ-DE-BİR) tarafından Trabzon’da Zorlu Grand Hotel salonunda “Sınavlara Hazırlanan Çocuklara Psikolojik Destek” konulu bir konferans verildi. 20 Nisan 2008 Pazar günü öğleden önce öğrencilere, öğleden sonra da velilere verilen bu konferansı ÖZ-DE-BİR Trabzon Temsilcisi Maraton Özel Dershanesi Müdürü Mehmet Kuvvet organize etti. Kuvvet, konferanstan evvel yaptığı kısa konuşmasında eğitimde rehberliğin önemini vurguladı. Ardından ÖZ-DE-BİR Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Köprülü eğitimin ve öğrencileri yönlendirmenin öneminden bahsetti. Daha sonra “Sınavlara Hazırlanan Çocuklara Psikolojik Destek” konulu konferansını vermek üzere Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim üyelerinden Doç. Dr. Hasan Yılmaz dinleyicilerin huzuruna çıktı. Sayın Yılmaz, konuşmasında çok mühim konulara değinerek şunları söyledi:

“Çocuklar dünyadaki en değerli varlıklarımızdır. Fakat onlarla yeterince ilgilenmiyoruz. Bir düşünün, akşama kadar kaç insanın nazını çekiyoruz. Fakat eve gelince çocuklarımıza tahammül edemiyoruz. Çocuk, annesinin sevgisinden emindir. Babanın sevgisi çocuk için çok önemlidir. Baba çocuk için ayrı bir güç ve güven kaynağıdır. Bir çocukta bir problem varsa emin olun ki babasıyla bir uyumsuzluğu vardır. Çocuğa yardım etmek istiyorsanız onun babasıyla olan ilişkisini geliştirin. Babanın çocuk üzerindeki etkisi anneden çok daha fazladır. Çocuklar babanın sevgisini gözlerinde daha çok büyütürler.

Çocuğunuza sarılın, onu kucaklayın. Başka insanlara gösterdiğiniz hoşgörüyü niçin çocuklarınızdan esirgiyorsunuz? Evde hep ciddi, asık suratlı olmak zorunda değilsiniz. Bazı çocuklar var ki anne babasına inat olsun diye ders çalışmıyor. Çocuklarımızı eleştirirken araya bir kısım güzel sözler de sokuşturmalıyız. ‘Gönül hesabı’ diye bir şey vardır. O hesaba takdir, sevgi ve hoşgörü yatırılır. Gönül hesabınızı sevgiyle besleyin, destekleyin, kurutmayın o hesabı. O hesap kapanırsa yaklaşımlarınız da bundan olumsuz yönde etkilenir.

Aynı evde yaşamak aile olmak değildir; aile olmak paylaşmaktır. Aidiyet duygusunu çocuğunuza vermelisiniz. Çocuk kendini ailenin önemli bir parçası hissetmelidir. Günümüzde insanlar iltifat etmeyi unutmuşlar. Bu hususta cimrilik ediyoruz. Sevdiklerimize ‘Seni seviyorum’ demeye çekiniyoruz. Eşinize en son ne zaman bu sözü söylediniz? Bir kâğıda imza atmak insanları aile yapmıyor. Aileyi aile yapan evdeki paylaşımın niteliğidir. Bir çocuğun temel ihtiyacı para değil, öncelikle sevgidir. Çocuklarımıza sevgi verelim.

Çocuklarımız niçin yeterince başarılı olamıyorlar? Çünkü kendilerine yeterince güvenmiyorlar da ondan. Çocuklarımıza hep olumsuz sözler söylüyoruz. Onların başarılı olamayacaklarına inanıyoruz. Derler ya ‘neye inanıyorsanız o olur.’ İşte inanmadığımız için onlar da başaramıyorlar. Çocuklarınızı cesaretlendirin. Çocuğun güveni, annesinin ağzından çıkan olumsuz sözlerle yok olur. Çocuklarınızın daha mutlu ve sağlıklı gelişimlerini istiyorsanız onlara yaşlarına uygun sorumluluklar yükleyin. Her şeyi ödül ve cezayla değerlendirmeyin. Ödül çocuğun beklentilerini artırıyor, sonra ödül için çalışıyorlar. Ceza da çocuğu yıldırıyor. Ödül ve cezanın yerine çocuklarımızı cesaretlendirme yoluna gitmeliyiz.

Öfkeliyken söylenen sözler hep yaralayıcıdır, kırıcıdır. Bu durumda çocuklarımızla konuşmayalım. Bekleyin öfkeniz dinsin. Çocukların kendilerine olan güvenini zedelerseniz bunu bir daha kolay kolay kazandıramazsınız onlara. Sevginin azı da, çoğu da zararlıdır. Çocuğunuza karşı sevgi ve disiplin konusunda doğru şeyler yapıyorsanız iyi yoldasınız demektir. Aşırı sevgi, yetersiz sevgi gibi; aşırı disiplin, gevşek disiplin gibi zararlıdır.

Çocuğunuza tercih hakkı tanıyın. Anne babanın çocuğuna yapacağı en büyük iyilik onu yeterince tanımak ve ona göre davranmaktır. Sevginiz çocuk üzerinde baskı oluşturmasın. İfade edilmeyen sevgi yetersiz sevgidir. Bu arada çocuklarınızı arkadaşlarıyla kıyaslamayın.”

Bu gibi eğitici etkinliklerin çok faydalı olduğuna inanıyorum। Bizler bu konferanstan çok faydalandık. Başta Mehmet Kuvvet olmak üzere düzenleyenlere teşekkür ediyoruz.

18 Nisan 2008 Cuma

Trabzon'da Kutlu Doğum Coşkusu

M.NİHAT MALKOÇ

Seneler izini sürüyor iki cihan güneşinin. Zaman etrafında bir pervane misali dönüp duruyor. Her şey eskidikçe o yenileniyor, her şey bayatladıkça o tazeleniyor. Gönüllere dikilen o gül ağacı cihana yayıyor doyumsuz rayihasını. Aradan 1400 seneyi aşkın bir zaman geçse de o her yıl daha büyük bir iştiyakla hatırlanıyor. Yürekler O’nun sevgisiyle dolup taşıyor. O’nun aşkı çağlayanlar gibi gönüllere akıyor. Bir kartopu misali büyüdükçe büyüyor, sonra bir çığa dönüşüyor. Fakat bu pamuktan yumuşak çığ öldürmüyor, aksine yaşatıyor.

Kutlu Doğum Haftası bir gelenek haline dönüştü. Uzun yıllardan beri düzenli olarak kutlanıyor. Bu sene bu mübarek etkinliklerde 20. yıla girildi. Daha evvelki yıllarda 23 Nisan’la çakışıyordu kutlamalar. Bu yıl Diyanet İşleri Başkanlığı; 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile çakışmaması için Kutlu Doğum Haftası’nın 14–20 Nisan tarihleri arasında kutlanmasına karar verdi. Çünkü bazı çevreler bu güzel etkinliği 23 Nisan’a alternatif bir etkinlik olarak görüyor, istismar ediyordu. Buna imkân vermemek için bu yıl etkinlikler bir hafta öne alındı. Böylelikle suiistimal etmek için fırsat kollayan çevrelere imkân verilmedi. Kutlamaların son günü, yani 20 Nisan Resulullah’ın doğumu, etkinliğin son günü olarak idrak edildi. Önemli olan etkinliklerin ne zaman yapıldığı değil, niçin yapıldığıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı’nca 1989’dan bu yana düzenlenen Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri, bu yıl 14–20 Nisan tarihleri arasında Trabzon’da gerçekleştirildi. Trabzon müstesna bir hafta yaşadı bu vesileyle… Kutlu Doğum Haftası’nın açılışı değerli hemşehrimiz Devlet Bakanı Prof. Dr. Sait Yazıcıoğlu ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun da katılımıyla 14 Nisan 2008 Pazartesi günü Trabzon’da yapıldı. Bu yılki Kutlu Doğum Haftası’nın özel bir anlamı ve önemi vardı. Çünkü bu yıl Kutlu Doğum Haftası etkinliği yirminci yılına erişti. Bu bir dönüm noktasıydı elbette...

Trabzon’da yapılan 20. Kutlu Doğum Haftası çerçevesinde değişik faaliyetler gerçekleştirildi. Etkinliklerin çoğu Zorlu Grand Otel’de yapıldı. İlk gün “Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Kuşatıcı Çağrısı” konulu panel gerçekleştirildi. 15–16 Nisan’da da “İslam Medeniyetinde Bir Arada Yaşama Tecrübesi” konulu bilgi şöleni yapıldı. Aynı günün akşamında 19 Mayıs Spor Salonu’ndaki tasavvuf musikisi konseri, kutlamaların coşkusunu zirveye taşıdı. Konserde salon ağzına kadar doldu. Girişte misafirlere Peygamberimizin hayatını anlatan kitap ücretsiz olarak dağıtıldı. Salonda kadınların çokluğu dikkat çekti.

Trabzon’daki Kutlu Doğum etkinlikleri şehre manevî bir hava yaşattı. Hafta boyunca Ortahisar Kanunî Parkı’nda kermes yapıldı, kitap stantları açıldı. Kızılay tarafından kan bağışları kabul edildi. Etkinlikler kapsamında 10 bin adet gül, 20 bin kitap ve Kutlu Doğum Pilavı dağıtıldı. Trabzonlular Kutlu Doğum coşkusunu doyasıya yaşadılar. Etkinliklere Türkiye genelinde tanınmış, alanlarında uzman 60 akademisyen katıldı. Bu değerli bilim adamları Peygamber Efendimizi değişik yönleriyle anlattılar. Bu panel ve sempozyuma katılanlardan birisi de rahmetli Cemil Meriç’in kızı Prof. Dr. Ümit Meriç’ti. Muhterem bir insan olan Meriç; güler yüzüyle, bilgi birikimiyle ve samimiyetiyle ilgi odağı oldu.

Bu yıl yirmincisi Trabzon’da gerçekleştirilen Kutlu Doğum Haftası şehrimizde gül kokusu bıraktı. Bu şehir üzerinde oyun oynamaya kalkanlar, Trabzon’u olduğundan farklı göstermeye çalışanlar bundan rahatsız olmuştur şüphesiz. Fakat onlar bu gibi anlamlı etkinliklerden rahatsız olsa da bu şehrin hâkim halkı böyle güzel girişimleri gönülden destekliyor. Bunu bu faaliyetlerde en güzel şekilde gösterdiler. Kutlu Doğum faaliyetlerinde halkımız hep en ön sıradaydı. Bazıları ‘panel ve sempozyumlarda salonlar boş kalır’ diye düşünürken salonlar dolup taştı, halkın yarıdan çoğu yer bulamadığı için programları takip edemedi. Trabzonlular maneviyatı diri insanlardır. Onları böyle günlerde görün hele bir…

Netice itibariyle şunu söylemek istiyorum: Kutlu Doğum Trabzon’a çok ama çok yakıştı। Şehir bu manevî havayla feyiz ve bereket kazandı. O’na salât ve selam olsun…

8 Nisan 2008 Salı

Şakir Şeyihoğlu Resim Sergisi

M.NİHAT MALKOÇ

Trabzon’da kültür ve sanat etkinlikleri sanata ve kültüre gönül vermiş insanları fazlasıyla mutlu ediyor. Bu faaliyetler şehrin dirilişine ve ayağa kalkmasına vesile oluyor. Tiyatro, sinema, müzik, folklor, spor bu şehre hayat veriyor. Trabzon’da en çok da resim sergileri açılıyor. Geçenlerde bunlara bir yenisi daha eklendi. KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Resim Öğretmenliği Bölümü Öğretim Görevlisi Şakir Şeyihoğlu 7 Nisan 2008 Pazartesi günü Mahmut Goloğlu Kültür Merkezi’nde Kişisel Resim Sergisi açtı. Serginin açılışına Vali Yardımcısı Vural Demirtaş, KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Dekanı Alipaşa Ayas, Dekan Yardımcısı ve Güzel Sanatlar Eğitimi Bölüm Başkanı Mesut Piyale, Resim Bölümü kıdemli öğretim üyelerinden Ceyhan Murathanoğlu, Taka Gazetesi Yayın Kurulu Üyesi Yusuf Turgut ile resim bölümü öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı. Görkemli bir açılış gerçekleştirildi.

Öğretmen-ressam Şakir Şeyihoğlu Trabzon’un son dönemlerde yetiştirdiği önemli bir isimdir. Benim de çok sevdiğim ve takdir ettiğim dostumdur. Resim sergisiyle ilgili değerlendirmeye geçmeden evvel hayat hikâyesinden kısaca söz etmek istiyorum… Şakir Şeyihoğlu 1970 yılında Trabzon’un Arsin ilçesinde doğdu. İlköğrenimini Arsin’de, orta öğrenimini ise Trabzon’da tamamladı.1988 yılında, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Resim İş Eğitimi Bölümünü kazandı. Resim ana dalında öğrenim gördü. Bahsi geçen okuldan 1992 yılında birincilikle mezun oldu. 1992 – 1996 yıllarında Trabzon’un Köprübaşı ilçesinde dört yıl, 1996–1998 yılları arasında da Gümüşhane’de bir buçuk yıl Resim- iş öğretmeni olarak görev yaptı. 1998 yılında KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Bölümü Resim-iş Öğretmenliği programında Öğretim Görevlisi olarak göreve başladı. Halen bu kurumda görevine devam etmektedir. Resim çalışmalarını atölyesinde başarıyla sürdürmektedir.

Öğretmen-ressam Şakir Şeyihoğlu bugüne kadar pek çok karma ve kişisel sergide resimlerini sanatseverlerin ilgisine sundu. Katıldığı bu sergilerin bir kısmını şöyle sıralayabiliriz: “2008 – 2. Karadeniz Plastik Sanatlar Derneği Sergisi – İstanbul 2008, Her Yönüyle Trabzon Etkinlikleri – Ankara 2007, 33. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2007, 1. Karadeniz Plastik Sanatlar Derneği Sergisi - Trabzon 2007, Öğretim Elemanları Resim Sergisi – Giresun 2007, Öğretim Elemanları Resim Sergisi – Ünye 2006, Ankara Beyaz Sanat Galerisi Karma Resim Sergisi – Ankara 2006, 32. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2005, 31. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2005, Akçaabat Kültür Festivali Karma Resim Sergisi – Trabzon 2005, Öğretim Elemanları Resim Sergisi – Trabzon 2004, 30. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Bursa 2004, 30. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2004, Sanat Eğitimi Sempozyumu – Ankara 2003, Uluslararası 6. Türk Dünyası Resim Sergisi – Ankara 2003, 29. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2002 - Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2001…”

Genç ressam Şakir Şeyihoğlu desen, suluboya, pastel, yağlıboya ve rölyef türlerinde birbirinden güzel çalışmalar ortaya koyuyor. Kıymetli ressam Şakir Şeyihoğlu’nun bu kişisel resim sergisindeki pastel portre çalışmaları da çok emek verilmiş eserler olarak dikkat çekiyor. Çok sayıda portre yer alıyor bu sergide. Şakir Bey fotoğraf çekimiyle de ilgileniyor. Onun özellikle rölyef çalışmalarını çok beğeniyor ve takdir ediyorum. Son derece mütevazı ve dost bir insan olan Şakir Bey gelecekte Trabzon’da resim alanında kalıcı izler bırakacak.

O aynı zamanda birikimlerini öğrencilerine de aktarıyor. Öğrencileri onu çok seviyor ve takdir ediyor. Onun yetiştirdiği öğrenciler gelecekte güzel eserlere imza atacaklar. Bu değerli sanatkârın eserlerini geniş kitlelere tanıtmalıyız. Ressam dostum Şakir Şeyihoğlu’nun güzel bir sitesi de var: www.sakirseyihoglu.com Ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Değerli dostum, güzel insan Şakir Şeyihoğlu’nu bu güzel resim sergisinden dolayı yürekten kutluyor, bundan sonraki çalışmalarında da üstün başarılar diliyorum. İyi ki varsın dost insan…

6 Nisan 2008 Pazar

1869–1928 Yılları Arası Trabzon Basını

M.NİHAT MALKOÇ

Geçenlerde(05 Nisan 2008 Cumartesi günü) Trabzon Sanatevi’nde Türkiye Yazarlar Birliği Trabzon Şubesi tarafından “1869–1928 Yılları Arası Trabzon Basını” konulu bir sohbet sunum gerçekleştirildi. Sohbet sunumu, Ankara’da ikamet eden değerli hemşehrimiz araştırmacı-yazar Hüseyin Albayrak yaptı. Az sayıda dinleyicinin katıldığı programa Trabzon milletvekillerinden Cevdet Erdöl ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafiz Özak da iştirak etti. Değerli araştırmacı-yazar Hüseyin Albayrak, sunum eşliğinde “1869–1928 Yılları Arası Trabzon Basını” ile ilgili olarak şu değerli bilgileri verdi dinleyenlerine:

“Trabzon’da basın hayatı bu şehre ilk matbaanın kurulmasıyla 1865’te başlar. Anadolu’da ilk matbaa Trabzon’da, ikinci matbaa ise Erzurum’da kurulmuştur. Trabzon’da kurulan bu ilk matbaa “Vilayet Matbaası” adını taşıyordu. Öte yandan Anadolu’daki ilk gazete Erzurum’da, ikinci gazete ise Trabzon’da çıkarılmıştır. “Trabzon Gazetesi” bu şehirde çıkan ilk gazetedir. Bu gazetenin bütün sayıları elimizde yoktur. Bu gazete iki yaprak(dört sayfa) idi. Bu gazetede daha çok resmi ilanlar, haberler, şiirler ve yazılar yayınlanmaktaydı.

Eskiden “şehir yıllıkları” anlamına gelen “Salname”ler neşrediliyordu. Trabzon’da ilk Salname 1869 yılında yayınlanmaya başlandı. Bu salnamelerin yayını 1904 yılına kadar devam etti. Bu salnameler Trabzon’daki Vilayet Matbaası’nda basılıyordu. Bu yıllar arasında 22 tane “Salname” yayınlanmıştır. Bunlar Trabzon Vakfı öncülüğünde günümüz Türkçesi’ne çevrilerek tekrar yayınlanıyor. Şimdiye kadar 18’i çevrilip yayınlanmış bulunmaktadır.

“Trabzon” gazetesinden sonra bu şehirde uzun süre gazete çıkmadı. 1885 yılında “Saadet” adlı bir gazete çıkarılmıştır. 1908 yılında İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla Trabzon’da yeni gazeteler çıkmaya başladı. Bunlardan biri “Feyz” gazetesidir. “Meşveret” gazetesi de o dönemde çıkarılmıştır. Türkiye’de bir ilçede çıkan ilk gazete, bir zamanlar Akçaabat’ta yayın yapan Pulathane’dir. Trabzon’da çıkan bir diğer gazete Bahr-ı Siyah’tır. Bu gazete bir Rum tarafından çıkarılmıştır. “Haber Anası” 1909’da Tevfik Yunusoğlu tarafından çıkarılan bir mizah gazetesidir. “Kehkeşan” bu şehirde çıkan, 15 günlük arayla yayın yapan bir dergiydi. “İkbal” gazetesi Osman Nuri Eyüboğlu tarafından 1909’dan 1948’e kadar devam ettirilmiştir. “Lazım, Şebab, Tasvir, İnkılâp” yine bu dönemlerde çıkan kısa ömürlü gazetelerdir. “Enval-ı Vicdan” ise edebî bir dergidir. “Hekim” dergisi ise Anadolu’da çıkan, alanındaki ikinci dergidir. İlki İzmir’de çıkarılmıştır. O dönemlerde “Tarık” gazetesi de çıkarılmıştır. Yine bu şehirde o dönemlerde “Afacan” adlı bir mizah dergisi de yayın yapmıştır.

Bu yıllarda Trabzon, basın açısından Anadolu’nun öncüsü konumundadır. Bu dönemde Trabzon’da 21 farklı yayın çıkmıştır. Hiçbir Anadolu şehrinde bu yayın zenginliğini bulamayız. 1916’da, işgal yıllarında Vilayet Matbaası ve Trabzon gazetesi Rumların eline geçmiştir. İşgal yıllarında yayın yapılamamıştır. Milli Mücadele döneminde Anadolu’nun birçok şehrinde Milli Mücadeleyi destekleyen ve desteklemeyen gazete ve dergiler çıkmıştır. Millî Mücadele yıllarında Karadeniz bölgesinde 56 yayın çıkmıştır. O yıllarda Trabzon’da 11 gazete, 12 mecmua yayınlandı. Millî Mücadele yıllarında Yeşilyurt, Selamet gazeteleri yayın yapmıştır. O yıllarda yayın yapan en önemli gazete Faik Ahmet Barutçu tarafından çıkarılan “İstikbal” gazetesidir. Bu gazete önceleri bir Rum matbaasında çıkarılsa da daha sonra kendi matbaalarını kurmuşlardır. Bu gazetede Faik Ahmet Barutçu başyazılarıyla Millî Mücadele’yi desteklemiştir. Yine “Fecir” gazetesi Hayri Eyüboğlu tarafından çıkarılmıştır. 1922’de “Güzel Trabzon” gazetesi Ali Becil tarafından İstikbal gazetesine rakip olarak çıkarılmıştır. “Hak” gazetesi de bu zamanda yayınlanan bir başka gazetedir. Trabzon’da mizah alanında çıkan gazetelerin en önemlisi “Kahkaha” gazetesidir. Bu, mevcut düzene karşı bir gazeteydi.

Günümüzde bu gazetelerin arşivlerinin çoğu yağmalanmıştır. Ancak belli başlı gazetelerin arşivlerine ulaşabiliyoruz. Bazı gazetelerin nüshaları şuursuz insanların elinde kalmış, bunlar fırıncılara ekmek sarmada kullanmak için hurda kâğıt niyetine satılmıştır.

Trabzon aslında kültür, sanat ve edebiyat açısından ikinci İstanbul hükmünde mühim bir şehirdir. Daha doğrusu geçmişte böyleydi. Günümüzde, geçmişte yaşanan yoğun kültür, sanat ve edebiyat faaliyetleri yaşanmıyor bu şehirde. Ferdi gayretlerle bu işler olmuyor. Her şeyden önemlisi bu tarz çalışmalara ilgi duyulmuyor. Sanat çalışmaları halkın ilgisini çekmiyor. Gerçi bu sadece Trabzon’un meselesi değildir. Fakat Trabzon geçmişten aldığı hızla diğer Anadolu kentlerinden bir adım önde olmalıydı. Fakat aksine bugün bir kısım Anadolu şehrinin bir veya birkaç adım gerisindedir. Asıl acı verici husus da aslında budur.

Bu şehirde çıkan gazetelerin sayfalarının yüzde ellisinin Trabzonspor’a ayrılması bugünkü yozlaşmanın ve sığlığın boyutlarını göstermesi açısından dikkate değerdir. Demek ki bu şehir halkı kültür, sanat ve edebiyattan çok; top peşinde koşuyor. Daha doğrusu bazı çevreler, halkı bu yöne kanalize etmek istiyor. Oysa Trabzon’un arkasında parlak bir kültür, sanat ve edebiyat mazisi var. Değerli araştırmacı-yazar Hüseyin Albayrak bu alanlardan biri olan Trabzon basınıyla ilgili çarpıcı görüş ve açıklamalarda bulunuyor. Onun geçen hafta yaptığı Trabzon Basını’yla ilgili sunum ve değerlendirmelerine önceki yazıda kaldığımız yerden devam etmek istiyorum. Trabzon’un tarihî süreçteki basınını çok iyi bilen Albayrak, 1869–1928 Trabzon basınıyla ilgili değerlendirmelerini şu sözlerle sürdürüyor:

“İşgal yıllarından sonra gerçekleştirilen Millî Mücadele’ye basın da destek olmuştur. Milli Mücadele yıllarında çıkarılan bir başka gazete de “Zafer” gazetesidir. Bu gazetenin sahibi Kemal Hatipoğlu’ydu. “Kaygu” yine o dönemlerde çıkarılan bir dergidir. “İğne “ de bir mizah dergisi olarak çıkarılmıştır. “Genç Anadolu” ise 10 sayı kadar çıkarılabilmiştir. 1922’de ise “Düşünceler Mecmuası” çıkmıştır. Bu; fikri, edebî bir mecmuadır. Çıkarılmakta olan bir başka yayın olan “Yeni Mektep” öğretmenlerin kalem oynattığı bir eğitim dergisiydi. 1923 yılında “Tilki” mecmuası çıkarıldı. “Alev” dergisi ise 1923’te çıkmıştır.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Trabzon’da çıkan ilk gazete “Yeniyol” gazetesidir. Bu yayın organı 1960’tan sonra haftalık olarak çıkmaya başlamıştır. 1928’de “Zühal” gazetesi Cemal Rıza Eyüboğlu tarafından çıkarılmıştır. Aynı kişi “Genç Fikirler” mecmuasını çıkarmıştır. “Deve Kuşu” da Cemal Rıza tarafından çıkarılan bir mizah gazetesidir. “Mizah gazetelerinden olan “Kahkaha” sol yayınlar yaptığı için kapatılmıştır. O gazete kapanınca onu çıkaranlar ellerindeki malzemelerle bir sayılık “Mihrak” gazetesini yayına vermişlerdir. “Tekâmül”, “Diken” ve “Sivrisinek” 1925’te çıkarılmış yayınlardır. “Sivrisinek” Baba Salim Öğütçen tarafından yayınlanmıştır. Türkiye genelinde değişik şubeler tarafından yayınlanan “Muallimler Birliği” dergisi de Trabzon şubesince çıkarılan bir başka yayındır.

“Çalıkuşu” adlı kadın dergisini Trabzon’da çıkaran Şefika Münir adlı bir kadındır. Yine o dönemlerde çıkan “Piyasa” gazetesi iktisadî bir yayın organıdır. “Özdilek” ise ağırlıklı olarak edebiyat çerçevesinde yayın yapan edebî bir dergidir. 1928’de çıkan yayınlardan biri de Necmiati’dir. “İktisat” gazetesi de bu dönemde çıkmıştır. “Güzel Pulathane” gazetesinin yayını harf inkılâbı yıllarına rastlar. Onun için bu gazetenin bir bölümü eski yazıyla, bir bölümü Latin kökenli Türk alfabesiyledir. Bu, geçiş dönemindeki enteresan bir uygulamadır.”

Kıymetli araştırmacı-yazar Hüseyin Albayrak, Trabzon’la ilgili birbirinden güzel çalışmalara imza atıyor. Ankara’da oturan ve günlerinin önemli bir kısmını kitapların peşinde, kütüphanelerde, arşivlerde geçiren bu değerli yazarımıza minnet borcumuzu öyle kolay ödeyemeyiz. Fakat o bizden fazla bir şey istemiyor. Öncelikli olarak bu çeşit eserlerin okunmasını, kütüphanelerde bulundurulmasını istiyor. Daima gençlere önayak oluyor.

Günümüzde yerel konularda hazırlanan kitapların yayın masraflarını yayıncılar üstlenmek istemiyor। Çünkü bu tarz kitaplar fazla satılmıyor. Sadece meraklılar tarafından okunuyor, kütüphanelerde bulunduruluyor. Bu alanlarda çalışan araştırmacı yazarlar sivil toplum kuruluşlarına, belediyelere, valiliklere ve bir kısım zengin kişilere ricada bulunarak eserinin yayınlanmasını sağlamaya çalışıyorlar. Aslında bu çeşit eserlerin kaliteli bir biçimde basılması için yerel kültür fonları oluşturulmalıdır. O fonlarda biriken kaynaklarla eserler itinayla basılmalıdır. Böylelikle bu sahada çalışanlar teşvik edilmiş olur. Bu bir çözümdür.

Cansuyu Yazılar

M.NİHAT MALKOÇ

Yazmak bir tutkudur kaleme bulaşanlar için… Yazmadığınız, üretmediğiniz zaman huzursuz olursunuz. Her gün en az bir sayfa yazmak rahatlatır sizi. Şayet hiç yazamamışsanız o günü kayıp zaman olarak değerlendirirsiniz. Yazmayı bir tutku olarak gören ve ömrü boyunca kalem oynatan yazarlardan birisi de Trabzon’da doğan, burada büyüyen ve burada yaşamaya devam eden; daha çok yerel değerlerimizi, kültürel kaynaklarımızı ortaya çıkaran değerli araştırmacı-yazar Mustafa Yazıcı’dır. O; zamanının çoğunu okumakla, araştırmakla ve edindiği birikimleri geniş kitlelere aktarmakla geçiren bir kitap dostudur. Bugüne kadar yazmış olduğu eserlerin sayısı altmışın üzerindedir. Yazmayı planladıkları da cabası…

Araştırmacı-yazar Mustafa Yazıcı aslında bir eğitimcidir. Kayseri İslam Enstitüsü’nü bitirmiş, devlet okullarında yıllarca öğretmenlik yaparak çocuklarımızın millî ve manevî değerlerine bağlı insanlar olmaları için çırpınmıştır. O, örgün eğitimin yanında yazarlığıyla, kitaplarıyla da yaygın eğitim faaliyetinde bulunmuştur; eserleriyle halkı eğitmiştir. Onun kütüphanelerimizdeki birbirinden kıymetli eserleri okuyuculara yepyeni ufuklar açmaktadır.

Mustafa Yazıcı Hoca’nın eserlerinin çoğu araştırma-inceleme ağırlıklıdır. Fakat onun makaleleri, denemeleri, hikâyeleri ve şiirleri de vardır. Değerlendirmeye çalıştığım elimdeki kitap “Cansuyu Yazılar” adını taşıyor. Söz konusu kitap Mustafa Yazıcı’nın hikâye, makale, anı ve denemelerini içine alıyor. Yazar bu kitaptaki yazılarını “Cansuyu” sıfatıyla vasıflandırıyor. Bu kitap belli bir yayınevi tarafından yayınlanmamış. Yazar, eserini kendi maddî imkânlarıyla bastırmıştır. Kitap 96 sayfadan meydana gelmektedir. Eserin ön ve arka kapağında kitabın yazarının bugüne kadar yazdığı dergiler ve kendi yayını olan kitaplar yer almaktadır. Bu dergi ve kitaplar arasında kıymetli yazarımız Mustafa Yazıcı’nın bir portresi de bulunmaktadır. Yazıcı, kitabının ilk sayfasında “1947’li Yıllardan 2000’li Yıllara Cansuyu Yazılar” başlığı altında yazılarıyla ilgili şu mühim açıklamayı okuyucuyla paylaşmaktadır:

“Sadece yeni dikilen fidanlara can suyu verilmez. Tutmaya yüz tutmuş yeni fikirlere, körpe ruhlara, taze gönüllere de cansuyu verilir. Bizim bu yazılarımız da böyle cansuyu hükmündeki yazılardır. Okuyuculara mutlaka yepyeni güçlü enerjiler kazandıracaktır. Fakat insanları paraya, mal mülk ve çıkarlara değiştirenler bu cansuyundan nasipsiz kalarak kendi kendilerini kurutmaya bizzat kendileri sebep olduklarını fark etmeyebilirler.”

“Cansuyu Yazılar” yazarın “Sunuş” yazısıyla başlıyor. Kitabın ilk yazısı, yazarı tarafından hikâye olarak nitelendirilse de gerçekte deprem hakkında yazılmış bir deneme-hikâye karışımı eser olarak karşımıza çıkıyor. Yazar bu yazısında Trabzon’dan Gölcük’e göç eden bir ailenin deprem felaketiyle dağılışını anlatıyor. “Deprem Altında Bile Açan Güller” adlı bu yazı, aslında “Deprem Hikâyeleri” adlı bir yarışma için yazılmıştır. Kitabın ikinci yazısı “2000’li Yıllarda Nasıl Bir Trabzon” adını taşıyor. Bu yazı da Trabzon Belediyesi’nin düzenlediği bir makale yazma yarışması için kaleme alınmış; bu eser, yazarına yarışmaya katılan yüz eser arasında o zamanın parasıyla yüz milyonluk birincilik ödülü kazandırmıştır.

Kitaptaki “Amerikalıların Trabzon Boztepe’den Çıkartılışı” adlı enteresan anı yazısında 1955’te Amerikalıların Boztepe’de radar kurmaları, buraya yerleşmeleri, halkımıza tepeden bakmaları, alay etmeleri anlatılıyor. Bu hadiseyi bilmeyenlerin sayısı çoktur. Yine bu anıda Amerikalıların ‘av’ adı altında hayvanları öldürüp orta yerde bırakmaları anlatılıyor. Bu anı bana Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun benzer içerikli “Güvercin Avı” hikâyesini hatırlattı. Orada da düşmanlar Kuşbaz Hüseyin’in güvercinlerini zevk için öldürüyorlardı.

Kitap içerisinde yer alan “Kitap Odam” adlı yazı bir yazarın gizli dünyasının kapılarını aralar niteliktedir। Burada yazar kendi dünyasından kesitler sunmaktadır okuyucusuna. Kitapta Yazıcı ile tütün üzerine yapılan bir röportaja yer verilmektedir. Diğer bir yazıda yazar, kendi köyü olan Akyazı’nın uyanışını anlatmaktadır. Ardından “1947’li Yıllardan 3000’li Yıllara” adlı öyküyle eserini tamamlamaktadır. Eserin yazarı Mustafa Yazıcı’yı kutluyorum.

4 Nisan 2008 Cuma

Kitap Kafeler ve Bilgi Sarayları

M.NİHAT MALKOÇ

Batı toplumları bilimin önderliğinde bugünlere geldiler. Bilim aklı kılavuz edinerek aydınlık yarınlara giden yolun habercisi oldu. Osmanlı devletinin altı yüz sene boyunca ayakta kalması ilme verilen önemle açıklanabilir. Okumak ayakta durmanın, var olmanın ve insan olmanın olmazsa olmazlarındandır. Demek ki bizi yücelten, altından bir merdivendir kitaplar. Onun basamakları ancak okumakla çıkılır. Her kitap bir basamak sayılır.

Günümüzde okuma hususunda ciddi eksikliklerimiz vardır. İnsanlarımız okuyup yeni duygular, düşünceler ve dünyalar keşfetmeyi cazip bulmuyorlar. Basmakalıp, emanet düşüncelerle durumu kurtarma peşine düşenler, okuma zahmetine katlanmıyorlar. Kahvehaneler dolup taşarken kütüphaneler sessizliğe gömülmüş bir manzara arz ediyorlar.

Geçmişte Eğitim Bir Sen’in yaptığı bir araştırmaya göre ülkemizde 400 binin üzerinde kahvehane var. Buna karşılık mevcut kütüphane sayısı sadece 1435’tir. Bu rakamlara göre 65 bin kişiye bir kütüphane düşerken, 95 kişiye bir kahvehane düşüyor. Türkiye’deki okul sayısı bile kahvehane sayısından daha azdır. 16 milyon öğrencinin eğitim gördüğü okul sayısı 53 bin düzeyindedir. Yine 400 bin kahvehaneye karşılık 400 sinema salonumuz var. Nüfusu bize yakın olan Almanya’da kütüphane sayısı ise 11 bin 332, ABD’de ise 118 bin civarındadır. Aslında bu rakamlar bile her şeyi bir bütün olarak özetlemektedir. Böyle olduğu içindir ki ABD ve Almanya bilimde ve gelişmişlikte almış başını gidiyor, biz ise hâlâ sürünüyoruz.

Günümüzde her mahallede birkaç kahvehane bulunmaktadır. Oysa eskiden kıraathaneler vardı ülkemizde. Bilindiği gibi “kıraat” okumak demektir. “Hane” de ev demek olduğuna göre “kıraathane” okuma evi olarak ifade edilebilir. Çok eskiden buralarda derin sohbetler yapılır, kitap okunur, çeşitli konular mütalaa edilir, çay ve kahve eşliğinde hoş vakitler geçirilirdi. Yani bu mekânlar yaygın eğitim kurumları gibi faaliyet gösterirlerdi. Halkın sosyal ilişkileri bu yerlerde iyice yoğunlaşırdı. Son yıllarda isim olarak kıraathane yazan tabelalar görsek de bu adla anılan yerlerde kitap okunmuyor. Kitaplar çoktan terk etti bu kasvetli yerleri. Artık insanlar buralarda sabahtan akşama kadar zaman öldürüyorlar.

Günümüzde tabelalardan da çekilen kıraathaneler, tarihin derinliğinde bir bir kaybolup gittiler. Kıraathaneler zaman içinde kahvehanelere dönüştü. Bu değişimle birlikte kitaplar da, dergiler de çekildi bu mekânlardan. Oyun masaları, sigara dumanları, alelade sohbetler bu mekânların belirgin özellikleri oluverdi. Aydın insanlar, sigara dumanları arasında boğulmak istemeyenler böyle yerlere uğramıyorlar. Onlara da gidecek yerler lazım. Son yıllarda kitap kafe adıyla okuma ve dinlenme mekânları oluşturulmaya başlandı. Başta İstanbul olmak üzere Ankara ve Konya gibi şehirlerde böyle yerler bulmak mümkündür. Buralarda onlarca dergi ve kitap okuyucuların beğenisine, ilgisine ve hizmetine sunuluyor.

Aydın insanların veya aydınlanmak isteyen kişilerin sabahtan akşama kadar oyun ve dedikodu ortamında kendilerini huzurlu hissetmesi mümkün değildir. Münevver insanlar ruhlarını okumakla, ilmî, edebî ve felsefî sohbetlerle doyururlar. Son zamanlarda sayıları artan kitap kafeler bu boşluğu dolduruyor. Okumayı seven kişiler çayını, kahvesini yudumlarken gazetesini, dergisini ve kitabını da okuyabiliyorlar. Buralara gelenler genellikle belli bir kültürün üzerindeki insanlar oluyor. Onlarla dostluk kurmak, kültürel sohbetler etmek zamanın içini faydalı bir şekilde doldurmamızı sağlıyorlar. Aslında böyle yerler bir ihtiyaçtan doğdu. Mevcut kütüphanelerin insanların istek ve ihtiyaçları doğrultusunda düzenlenmemesi, müreffeh bilgi saraylarına dönüştürülememesi bu yeni yerlerin açılmasına zemin hazırladı.

Trabzon’da da bu tarz yerler açılmaya başlandı। Ra Kitabevi tarafından açılan üç katlı Fanzin Kitap Kafe bu konuda öncülük etti. Fanzin tarihî mekân görünümünde bir yer olarak dikkat çekiyor. Şimdilik en büyük eksiklikleri kültür sanat adamlarını buraya çekip seviyeli bir kültür-sanat ortamı sağlayamamak… Zamanla bunun da sağlanacağına inanıyorum. Son olarak bu yerlerin ‘kitap kafe’ değil, ‘okuma evi’ olarak adlandırılmasını istiyorum.

3 Nisan 2008 Perşembe

Erdem Bayazıt'a Vefa

M.NİHAT MALKOÇ

İnsan yetiştirmek dünyanın en zahmetli, uzun zaman alan ve külfetli işlerinden biridir. Kolay yetişmiyor alanında söz sahibi insanlar… Türkiye’de insanlar çok konuşuyor ama genellikle az iş yapıyor. Ahkâm kesenler, icraata gelince nedense ortalıkta görülmüyorlar. İnsanları eleştirmek kolaydır, fakat eleştiriler tutarlı ve yerinde olmalıdır. Tenkit etme konusunda çok cömert davrananlar, iş övgüye ve hakkı teslim etmeye gelince çok cimrileşiyorlar. Oysa eleştiri de, övgü de yerinde ve dozunda olursa fayda hâsıl olur.

Ülkemizde, kendini yetiştirmiş, belli noktalara gelmiş insanların kıymetini sağlığında nedense bilmiyoruz. Hata yapanları hışımla eleştirenler, takdir noktasında suspus oluyorlar. Oysa eleştiri demek aşağılamak, sadece hataları görmek değildir. Tenkit, bir çeşit kritik yapmaktır. Bunun içinde övgü de olur, olumsuzlukları uygun bir dille beyan etmek de… Hangi alanda olursa olsun işini iyi yapanların, bizi özellikle dünya ölçeğinde başarıyla temsil edenlerin hakkını teslim etmeliyiz. Gayretli ve başarılı insanların farkına varmak, onların gayretli çalışmalarını taltif etmek için ölmelerini beklememeliyiz. İyi işler yapanları hayattayken onure etmeliyiz ki övgülerimiz onların gayretlerini artırsın. Hem inancımızda güzellikleri görmek teşvik edilmiştir. Hataları bağışlayabilenler bu davranışlarıyla büyürler.

Bu girizgâhı yapmamın sebebi son zamanlarda şahit olduğum bir vefa örneğidir. Türk şiirinin yaşayan en büyük şairlerinden biri olan Erdem Bayazıt’la ilgili birçok etkinlik düzenleniyor. Bilindiği gibi kıymetli şair Erdem Bayazıt bir süreden beri kanser tedavisi görüyor. Şiirde elli yılı geride bırakan Erdem Bayazıt hasta döşeğinde zor günler geçiriyor. Onuruyla yaşayan, yerli kaynaklardan beslenen, millî ve manevî değerlere saygıda kusur etmeyen ve bunlara dört elle sarılan bu kıymetli şairimizle ilgili peş peşe vefa etkinlikleri düzenleniyor. Hayata karışıp aramızda dolaşacak mecali kalmasa da, bu etkinliklere iştirak edemese de bu vefa onu fazlasıyla mutlu ediyor. Böyle faaliyetlerden kim mutlu olmaz ki!...

Yaşayan büyük şairlerimizin bence başında yer alan Erdem Bayazıt’ın, şiiri ve edebî kişiliği için bugüne kadar pek olumsuz bir eleştiri duymadım. Herkes onun şiirine dair güzel sözler sarf etti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı tarafından düzenlenen “Yaşayanlara Saygı: Sanat Hayatının 50. Yılında Erdem Bayazıt” adlı açıkoturumda, Bayazıt ve şiiri bir kez daha anlatıldı. Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen programa şairin edebiyatçı dostları ve şiir severler katıldı. Sağlık sorunlarından ötürü programa gelemeyen Bayazıt, telekonferansla teşekkür etti dostlarına. Etkinliğin kendisini mutlu ettiğini söyledi. Rasim Özdenören, Turan Koç, Ömer Erdem, Ali Haydar Haksal; şair dostları Erdem Bayazıt’i çeşitli yönleriyle ve hatıralarıyla anlattılar. Uzun soluklu edebiyat dergilerinden biri olan Yedi İklim Dergisi de son sayısını “Erdem Bayazıt Özel Sayısı” olarak çıkardı. Ben de Türkiye genelinde yayın yapan bu derginin Erdem Bayazıt Sayısı’na “Erdem Bayazıt’ın Zor Zamanları “ adlı yazımla katkıda bulundum.

Erdem Bayazıt’la ilgili pek çok özel ve resmi kurum ve kuruluş değişik faaliyetler gerçekleştiriyor. Evvela onun 50. Sanat Yılı coşkulu ve görkemli bir programla kutlanmıştı. Gazeteler ve dergiler onun 50. sanat yılına genişçe yer vermişti. Daha evvel de Eminönü Belediyesi, Türkiye Yazarlar Birliği ve Yedi İklim dergisi tarafından düzenlenen “Erdem Bayazıt Sempozyumu”nda, şair Bayazıt’ın hayatı, kişiliği ve şiirleri ele alınmıştı. Bunun yanında Üsküdar Belediyesi’nin öncülüğünde Altunizade Kültür Merkezi’nde, “Erdem Bayazıt’ın Şiirde 50. Yılını Kutlama Toplantısı” düzenlendi. Birbirinden kıymetli şiirler kaleme alan Erdem Bayazıt, yaşadıkça pek çok ödül kazanmıştır. Bir zamanlar milletvekilliği de yapan Bayazıt, şimdi çok sevdiği şiirden ve şair dostlarından uzakta günlerini geçiriyor.

Erdem Bayazıt’a gösterilen vefa örneği Türkiye’de bazı şeylerin değiştiğini gösteriyor। Aslında olması gereken yapılıyor. Bu ülkenin, işiyle özdeşleşen simalarına yaşarken değer verilmelidir. Erdem Bayazıt’a vefa, bunun başlangıcı olsun. Şairimize acil şifa diliyorum.

Her Şair Yaşadığı Çağın Sesidir

M.NİHAT MALKOÇ

Bizde şairlik bir heves ve merakla başlasa da aslında şairlik ciddi bir iştir. Şair yaşadığı çağın sesidir. Zamanı geleceğe taşıyan ve onu kelimelerle resmedip ölümsüzleştiren şairler, yaşadığı çağın hissiyatını sonraki çağlara aktarırlar. Bir anlamda çağlar arasında sağlam köprü olurlar. Bu söz köprüsü gelecek nesillerin düşünce dünyasını besler.

Şairlerin ferdi duyarlılığının yanında, toplumsal vazifeleri ve sorumlulukları da vardır. Bazı şairler, şiire dair duygu ve düşüncelerini poetikalarla ifade ederler. Edebiyatımızda poetikası olan şairler arasında Necip Fazıl Kısakürek’i, Orhan Veli Kanık’ı, Ahmet Haşim’i sayabiliriz. Bunlar arasında Necip Fazıl’ın poetikası en geniş ve en dikkate değer olanıdır. Bu isimler şiiri ciddiye almış, bir anlamda kendi şiir kuramlarını geliştirmişlerdir. Öyle hareket ettikleri için de şiirin zirvesindeki yerlerini almışlardır. Bu, şair sorumluluğunun mükâfatıdır.

Şairler, yaşadığı toplumun aydınları arasında önemli bir yer teşkil ederler. İster halk, ister divan, isterse günümüz modern şairi olsun; bütün gerçek şairleri aydın sınıfından sayabiliriz. Onlar toplum yaşantısını kelimelerle resmederler. İster modern, isterse geleneksel kaynaklardan beslensin; şair toplumun aynasıdır. Toplumdaki hâkim duygular şairin şiirlerinde bir şekilde kendine yer bulur. Ülkemizde şiirle ilgilenenler hem Doğu, hem de Batı kaynaklarından beslenmişlerdir. Şairi içinden çıktığı toplumdan ve tarihten ayrı düşünemeyiz.

Şairler hep aynı noktada kalamazlar, kalmamalıdırlar. Şair, toplumsal kimliğini korusa da duygu ve düşüncelerini hangi doğrultuda gidiyorsa oradan besler; üstüne daima bir şeyler koyar. Toplumda yaşananlara ayna olan şair, sorumluluk bilincini daima korur, hassasiyetini diri tutar. Topluma sırtını çeviren şair, zamanla duygusal yozlaşmaya kapı aralar.

Şiiri ciddiye almayan kişilerin ciddi şair olması, şiir severler tarafından ciddiye alınması beklenemez. Çünkü şiir ciddi bir iştir aslında. Şiiri sadece ilham olarak görenlerin bu alanda ilerleme şansı yoktur. Zira onlar ilhamın gelmesini beklerken, başkaları şiir üzerinde çalışıp kafa yorarak daima ilerlerler. Şiirde ilham olsa da aslolan emektir. En büyük şairler ilhamla değil, çalışmayla, gayretle, dikkatli gözlemlerle o noktalara gelmişlerdir.

Günümüzde şiir okuyucusundan daha fazla şiir yazıcısı var. ‘Şair var’ demiyorum dikkat ederseniz. Çünkü şiire geçici heveslerle başlayanların kabiliyetleri ve gayretleri yoksa hep aynı şeyleri tekrar eder dururlar. Böyle bir şiir yazıcısının okuyucusu sadık olmaz. Okuyucu daima yeni ve özgün şeyler ister ve bekler, siz ona beklediklerini sunamazsanız sizi kısa zamanda terk eder. Kötü şairlerin, şiiri sıradanlaştırması ve geriye götürmesi bu türün gönüllerdeki tahtını tehlikeye sokuyor. Bu sorumsuzluk şiirin gülen yüzünü solduruyor. Aslında buna hiç kimsenin hakkı yoktur. Herkes öncelikle ve özellikle bildiği işi yapmalıdır.

Yaşadığımız dünya aslında şiir tadındadır. Dünyayı yaşanmaz kılanlar; sevgi, saygı ve hoşgörüyü kin ve nefret duygularına boğduranlar; şiire olan inancı ve ilgiyi yok ettiler. Medyanın güdümündeki dünyamızda sıradan hayatlar ve magazin ayrıntıları, beyinleri çöplüğe döndürüyor. Lüzumsuz malumatlar duygusal derinliğimizi doldurup sığlaştırıyor.

Yaşadığı çağın sesi olan şair, toplumdan soyutlayamaz kendini. Toplum onun için en büyük ilgi alanıdır. Gözlemleri ve örneklemeleri yaşadığı cemiyeti yansıtır. Onlara ayna tutar, kendisini fildişi kuleye hapsedemez. Ancak böylelikle ilgi bekleyebilir insanlardan. Satır aralarında kendi hayatından izler bulamayan okuyucu sizden hızla uzaklaşır. Şiiri ferdiyetçi bir kalıba sokanların geniş kitlelerden ilgi ve beğeni beklemeye de hakları fazla olmasa gerek.

Şairlerin yerel ve evrensel yönleri vardır. İyi şair ne yerelliği, ne de evrensel hissiyatı ihmal eder. Yerelden evrensel olana uzanır. Böylece bütün zamanı kuşatır. İnsanın iç dünyasında inançların yeri ve önemi çok büyüktür. Şair, yaşadığı toplumun inançlarını da göz ardı edemez. Şair yaşadığı toplumla iç içe ve barışık olursa şiirleri geniş kitlelere hitap eder, önyargılar bertaraf edilir. Şair dediğin şiir geleneğine vakıf olur, toplumun hassasiyetlerine riayet ederek şiir ağını örer. Ancak böylelikle adını ve hissiyatını ebedileştirir.

1 Nisan 2008 Salı

Kütüphanelerin Yalnızlığı

M.NİHAT MALKOÇ

Her yıl adet olduğu üzere kütüphaneler haftası kutlanır. Bu hafta içerisinde her yıl tekrarlanan klişe, beylik lafları tekrarlar dururuz. Fakat okuma yolunda bir arpa boyu yol alamayız. Geçen zaman, kütüphanelere olan ilgiyi artırmıyor. Kütüphanelerimiz yalnızları oynuyor. Çünkü kütüphanelerimizi gençlerimize sevdiremedik bir türlü… Mevcut kütüphanelerin fizikî durumu insanların içini daraltıyor. Oysa kütüphaneler beş yıldızlı oteller kadar ferah ve geniş olmalıdır. Hatta kütüphanelerin içinde havuzlar bulundurulmalıdır. Su sesi insanların zihnini rahatlatır, huzur verir. Kütüphaneye giden kişi okumanın dışında bir kısım ihtiyaçlarını da giderebilmelidir. Mesela kitabını demli bir çay eşliğinde okumak istiyorsa, canı bir limonata çekiyorsa bunu temin edecek ortam sağlanmalıdır kendisine.

Kütüphanelerde istihdam edilen personel, kitapları sevmelidir her şeyden önce. Kütüphane memurları kitapların içeriği hakkında yeterli bilgi sahibi olmalıdır. Kütüphaneye gelen kişileri güler yüzle karşılamalıdırlar. Bu mekânlara gelen kişiler bir misafir gibi düşünülmeli ve ona göre özenle ağırlanmalıdır. Bu mekânların sürekli havalandırılması gerekir. Buradaki kitapların tozu düzenli olarak alınmalıdır. Okuyucu, kitabı alınca üzerinde bir parmak tozla karşılaşmamalıdır. Kütüphaneciler okuyuculara yardımcı olmalıdır. Hangi kitabı nerede bulabileceği konusunda yönlendirici olmalıdır. Günümüzde kütüphanelerdeki kitaplar, hazırlanan programlara kaydediliyor. Bilgisayarın bir tuşuna basınca hangi kitabın bulunduğu, hangisinin emanet verildiği kolayca anlaşılabiliyor. Kütüphanelerin kayıtları bu programlarla düzenlenirse görevlilerin işleri çok kolaylaşır, okuyucular daha iyi hizmet alır.

Son yıllarda kütüphanelerimizin çoğuna günlük gazeteler giriyor. Bu son derece önemli bir yeniliktir. Kütüphaneler sadece kitapların bulunduğu klasik okuma yerleri olmaktan çıkarılıp bir anlamda bilgi evlerine dönüştürülmelidir. Gazeteler, habere ve bilgiye ulaşmanın önemli vasıtalarındandır. Kütüphanelerdeki gazete bölümleri kitap bölümlerinden daha çok ilgi çekiyor. Gençler daha çok gazete okumayı tercih ediyorlar. Fakat sadece gazete okumak için kütüphaneye gelenlerin önemli bir kısmı zamanla kitap bölümlerine de uğruyorlar. Bu onların kütüphaneye ısınmasını, kitapla barışmasını sağlıyor. Bu az bir şey değildir aslında. Ne şekilde olursa olsun gençleri kütüphanelere çekmenin yollarını aramalıyız. Gerekirse kütüphaneye gelenlere bedava çay servisi bile yapabilmeliyiz.

Yeterli hizmet almak için kütüphanelerin imkânları artırılmalıdır. Son yıllarda çoğu kütüphane bilgisayar ve internet ağlarıyla donatıldı. Kütüphanelerimizin çoğunda internet bağlantılı bilgisayarlar var. Fakat bunların sayıları yeterli değildir. Daha evvel belirttiğim gibi kütüphaneleri sıkıcı dört duvar arası olmaktan kurtarmalıyız. İnternet bağlantılı bilgisayarların kütüphanelerde yaygınlaştırılması bunu sağlayan önemli unsurlardan biri olacaktır. Bedava faydalanma imkânı sağlanan bu bilgisayarlar sayesinde gençlerimiz, içerisinde neler olduğu çok da belli olmayan internet kafelerin bedenen ve ruhen sağlıksız havasından kurtulacaktır. Böylelikle gençlerin sağlıklı ruh gelişimi sağlanacaktır. Riskler bertaraf edilecektir.

Gençlerin kütüphanelerin sadece bilgisayarlarından yararlanması, kitap bölümlerine uğramaması doğru bir davranış olmaz. Gençleri gazete ve bilgisayarlarla kütüphanelere çekeceğiz; özel gayretlerimizle onlara kitabı da, dergiyi sevdireceğiz. Okuma davranış haline dönüştürülebilirse sonrası çorap söküğü gibi gelir. Dergiden söz etmişken şunu da belirtmeden geçemeyeceğiz. Kütüphanelerimize gelen dergilerin sayısı çok azdır. Fikir olarak bölücü ve zararlı yayın yapmayan bütün dergiler kütüphanelerin ilgili bölümlerinde bulundurulmalıdır. Zira Cemil Meriç’in dediği gibi “Dergi hür tefekkürün kalesidir”

Gençliği zararlı davranışlardan, kahve ve internet kafe köşelerinden kurtarıp topluma kazandırmak istiyorsak yapacağımız ilk iş okumayı cazip hale getirmektir। Bu da kütüphanelerin her açıdan modernizasyonuyla ve zenginleştirilmesiyle olur. Kabul edelim ki bugünkü kütüphaneler mevcut şekilleriyle sadece ödev yapmak için gidilen sıkıcı ortamlardır.