10 Temmuz 2008 Perşembe

Gürcistan İzlenimleri

M.NİHAT MALKOÇ

Trabzon’dan Çıktık Yola…

Diyar diyar gezmek, farklı yerler görmek, herkes gibi benim de en büyük isteğimdir. Gezmek söz konusu olunca fırsatları muhakkak değerlendiririm. Fırsatı kaza etmem. Gürcistan’a arkadaşlar tarafından gezi düzenleneceğini duyunca ben de bu geziye dâhil olmak istedim. Geziyi düzenleyenler gönül dostlarımızdı. 23 Mayıs 2008 Cuma gününün ikindi saatlerinde Trabzon’dan bir minibüs dolusu dost insanla Batum’a gitmek üzere yola çıktık. Yola çıkarken yarısı boş olan minibüs sahil şeridindeki ilçeler bir bir geçilirken doldu.

Bir zamanlar işkenceye dönüşen yolculuklar yeni yolun hizmete açılmasıyla zevk haline dönüştü. Sahiller tahrip edildi ama neticede güzel bir yol kazanılmış oldu. Sahil boyunca akşam güneşini de yanımıza alarak masmavi denizi seyrederek Trabzon’un ilçelerini birer birer geçtik. Yomra, Sürmene, Of derken Rize’ye vardık. Rize’de akşam yemeği için mola verdik. Rize’de Özel Şahika İlköğretim Okulu’ndaki dostlarımız bizi bekliyordu. Sağ olsunlar bizler için mükellef bir akşam yemeği hazırlamışlardı. Akşam yemekleri ve tatlılar yenildi. Çayın memleketinde tavşankanı Rize çayları yudumlandı. Ardından yolcu yolunda gerek deyip yola devam edildi. Gürcistan’a giden yollar hızla tükeniyordu. Bugüne kadar Rize’den öteye geçmemiş birisi olarak buradan ötesini merak ediyordum.

Artvin’in Hopa ilçesine vardığımızda Sarp Sınır Kapısı’na çok yaklaştığımızı öğrendim. Hopa’dan Sarp’a 15 dakikalık bir mesafe var. Bizler koyu bir muhabbete dalmışken arabamız kısa zaman içerisinde Sarp Sınır Kapısı’na varmıştı. Yıllardan beri adını duyduğum Sarp Sınır Kapısı’ndaydık artık. Sınır kapısına geldiğimizi gösteren en büyük emare tır kuyruklarıydı. Bu yaşa kadar hiç bu kadar tırı bir arada görmemiştim. Bu tır kuyruğu ancak sabaha doğru Gürcistan’a geçiş yapabilirdi. Tır şoförlerinin işinin ne kadar zor olduğunu bu manzarayı görünce daha iyi anladım. Adamlar sabır küpüne dönmüşler.

Sarp Sınır Kapısı’nda pasaport işlemlerimizi yapmak üzere arabamızdan indik. Yurtdışı çıkış harcı önceden yetmiş milyon olarak tahsil ediliyordu. Şimdi herkesten 15 YTL yurtdışı çıkış harcı alıyorlar. Yurtdışı çıkış harcımızı ödedik, pasaportlarımızı kontrol ettirip Gürcistan pasaport kontrol noktasına doğru hareket ettik. Sarp Sınır Kapısı hantal bir yapıya sahip… Buranın kısa zamanda modern bir yapıya kavuşturulması itibar açısından büyük önem arz ediyor. Şahsî kanaatime göre ülkelerin aynası sınır kapıları ve havaalanlarıdır. Çünkü yabancılar bu noktalarda edindiği ilk izlenimleri kolay kolay unutamıyorlar.

Türkiye-Gürcistan sınırının uç noktalarında iki önemli sembol dikkatimi çekti. Türkiye sınırının sıfır noktasında çift şerefeli güzel bir cami inşa edilmiş. Gürcü tarafındaki hâkim bir tepede de ışıklandırılmış büyük bir haç işareti dikkatlerden kaçmıyor. Bu iki sembol, iki farklı dünyayı getirdi gözlerimin önüne: İslam âlemi ve Hıristiyan dünyası… Tabii ki bizler herkesin inancına saygılıyız. Osmanlı’nın torunları olan bizler sevgiyi Yunus Emre’den, hoşgörüyü Mevlana’da miras almışız. Fakat bu iki sembol sanki birbirlerine nispet diye duruyorlar hâkim noktalarda. İki farklı dünyayla karşı karşıya olduğunuzu hatırlatıyorlar size.

Rusya’nın dağıldığı ilk yıllarda bağımsızlığını ilan eden ülkelerde çok büyük sıkıntılar yaşanmış, fakat şimdi sular durulmuş gözüküyor. Sınır kapılarında sabahlara kadar beklemeler dünde kalmış. Gürcü pasaport kontrol noktasında hiçbir zorluk yaşamadık. İlk kez bu sınır kapısından geçenlerin bilgisayara kayıt işlemleri biraz uzuyor. Onun haricinde her şey yolunda gitti. Fakat arabanın geçişi kişilerin geçişinden daha uzun sürüyor. Bizler Gürcü tarafına geçtikten sonra epey bir süre arabamızın geçiş işlemlerinin bitmesini bekledik.

Burdan yüz metre ötede Türkiye yer alıyor. Türkiye ile Gürcistan bu noktada ayrılıyor. Burada ilgimi çeken şu oldu. Gürcistan tarafına geçer geçmez çok güzel bir sahille karşılaştık. Türkiye tarafında dalgakıranlar, Gürcistan tarafında bir uçtan öbür uca uzanan kumsal… Bizim tarafın denizinin maviliği kirden, çöpten görülmüyor, Gürcü tarafı tertemiz… Bu manzara karşısında hayretimi gizleyemedim. Gürcistan’a gıpta ettim; halimize üzüldüm.

Gürcistan Topraklarında…

Arabamızın ve kendimizin geçiş işlemleri tamamlandıktan sonra Batum’a gitmek üzere Sarp Sınır Kapısı’ndan hareket ettik. Sınırın Gürcistan tarafında da uzun bir tır kuyruğu sıranın kendilerine gelmesini bekliyordu. Fakat bu gidişle belki sabahın ilk ışıklarını beklemek zorundalar. Bu tırların tamamına yakını Türk plakası taşıyor. Sarp üzerinden sadece Gürcistan’a değil, Azerbaycan’a ve diğer Kafkas ülkelerine mal sevkıyatı yapılıyor.

Sarp Sınır Kapısı’ndan başlayıp kilometrelerce uzayan Gürcistan’a ait Gonio plajları ilgimizi çekiyor. Çoruh Nehri’nin Karadeniz’e döküldüğü noktaya kurulan Gonio, küçük bir sahil kasabası görünümünde… Nehrin iki yakasındaki Ahalsopeli ve Adlia, uzun bir taş köprü ile birbirine bağlanmış. Bu köylerin halkı geçimlerini çiftçilikle sağlıyorlar.

Ben Giderim Batum’a Batum’un Batağına…

Batum’a giden yolun üzerinde bize bu gezide rehberlik edecek arkadaşı arabamıza alıyoruz. Gecenin karanlığı bizi biraz daha içine çekerken ayın sönük, cılız ışığı önümüzü aydınlatmaya çalışıyor. Önümüzde bizi sanki sonsuzluğa çağıran, her tarafı ağaçlarla çevrili, gösterişli ağaçların adeta tünel görünümüne büründürdüğü uzun bir yol var. Sarp Sınır Kapısı insanların hayata ve tabiata bakışını ne kadar da değiştirmiş. Bizim yolların etrafı çıplakken Gürcü tarafın yolları görkemli ve bakımlı ağaçlarla kenetlenmiş, süslenmiş… Yol güzergâhını ağaçlandırmak nedense bizim yetkililerin aklına hiç gelmemiş. Bizim yollar Gürcistan yollarına hiç benzemiyor. Arazi yapısı da şaşırtıcı bir biçimde bir anda değişiyor. Türkiye tarafındaki engebeli arazi gidiyor, yerini dümdüz bir arazi alıyor. Yollar alabildiğine düz ve geniş… Türkiye tarafındaki keskin dönemeçlere bu coğrafyada rastlamıyoruz. Yol ilerledikçe yol kenarında sıralanan elektrik direklerinin lambalarının aydınlığı iyice belirginleşiyor.

Bize yardımcı olmak için sınıra kadar gelen rehberimiz Batum’a iyice yaklaştığımızı söylüyor. Yol kenarında genelde tek katlı, bazıları da iki katlı olan evler sıralanmış. Evlerin en büyük özelliği bahçe içerisinde olmaları… Bizdeki beton yığını çok katlı binaları yol güzergâhında göremiyoruz. Evlerin geleneksel mimarisi ve sıcaklığı görenleri cezbediyor. Betonun soğuk yüzüne burada rastlamıyoruz. Sarp-Batum arası yarım saat çekiyor ancak. Göz açıp kapayıncaya kadar Batum’da buluyorsunuz kendinizi. Batum içine çekiyor sizi.

Batum’a giden insanların ilgisini çeken üç şey var: Bunlar; boylu boyunca uzanan düz arazi, uzun ve geniş plajlar ve doğanın emsalsiz yeşilliği… Benim de ilgimi bunlar çekti doğal olarak. Karadeniz aynı Karadeniz ama Samsun’dan Hopa’ya kadar göremediğimiz plajlar sınırın hemen öte yanında başlıyor ve görenleri kıskandırıyor. Demek ki bizler denizi doldura doldura, dalgakıranları sıralaya sıralaya bugünkü sevimsiz manzarayı çıkarmışız ortaya. Denizi ellerimizle katletmişiz. Bunun başka bir mantıklı açıklaması olmasa gerek.

Batum, Acara Özerk yönetim merkezidir. Batum düz bir arazi üzerine kurulmuş sevimli bir şehir… Şehrin çok geniş cadde ve sokakları var. Aslında Sovyetlerin egemenliğindeki ülkelerde bu geniş cadde ve sokakları hep görebilirsiniz. Üç yıl kaldığım Türkmenistan’da da benzer genişlikte cadde ve sokaklar vardı. Batum cetvelle çizilmiş gibi düzgün ve planlı bir şehir. Fakat Sovyet döneminden kalma kırık dökük binalar da yok değil. Estetikten yoksun, sadece barınma amaçlı bu binalar şehre yakışmıyor. Fakat bu binalar yerlerini yavaş yavaş modern binalara bırakıyor. Batum gelecekte bir turizm kenti haline getirilecek. Şehrin doğal dokusu buna çok müsait… Anlatılanlara göre Batum’da 35 tane beş yıldızlı otel inşaatı yükseliyor. Bunların bir kısmını bizzat gördük. Değişik ülkeler bu turizm şehrine yatırım yapıyor. Fakat Batum, emsalsiz plajlarının dışında farklı bir alanda turizme hizmet edecekmiş. Duyumlarımıza göre Batum bir kumar şehri haline dönüştürülecekmiş. Zengin işadamları burada gönlünce kumar oynayacaklarmış. Türkiye’deki kumar yasağından dolayı gönlünce kumar oynayamayan kumarbazlarımız bu müjdeli haberi çoktan almışlardır.

Batum çok geniş bir arazi üzerine kurulmuş. Şehrin en güzel park ve bahçelerinde Gürcistan’ın edebiyatçılarının, sanatçılarının ve devlet adamlarının heykelleri var. Gürcistanlıların sanatçılara, şair ve yazarlara çok değer verdikleri her hallerinden belli oluyor.

Gürcistan’da Hayat…

Karadeniz’in doğu kıyısında, Güney Kafkasya’da yer alan Gürcistan’ın nüfusu beş milyon civarında. Bu, nüfus yoğunluğu olmadığı anlamına da geliyor aynı zamanda. Gürcistan’da hayat Türkiye’dekinden pek farklı değil. Ülke cumhuriyetle yönetiliyor. Eski Sovyet Cumhuriyetlerinden biri olan ülkenin komşuları Rusya, Azerbaycan, Ermenistan ve Türkiye… Ülkenin batı sınırı boyunca Karadeniz uzanıyor. Gürcistan çok eski yerleşim yerlerinden birisidir. Gürcistan tarihte İngilizler ve Ruslar tarafından işgal edilmiştir. Rusya’nın en önemli isimlerinden Stalin, Gürcü asıllı devlet adamıdır. Daha sonra Stalin Gürcistan’ı işgal etmiştir. Böylece Sovyetlerin 15 cumhuriyetinden biri oldu. İlia Çavçavadze bu ülkenin edebî ve toplumsal önderlerinden biri olarak büyük saygı ve sevgi görmektedir.

Gürcistan, Sovyetlerin dağılma sürecinde bağımsızlığını ilan eden ülkelerin başında yer almıştır. Bağımsızlıktan sonra Zviad Gamsahurdiya ilk devlet başkanı olsa da daha sonra çıkan olaylar sonunda ülkeyi terk etmiş, onun yerine Sovyet dönemi siyasetçilerinden Eduard Şevardnadze devlet ve parlamento başkanı seçilmiştir. 2003’de ülkede ‘gül devrimi’ diye adlandırılan devrim olmuş, şimdiki başkan Mihail Saakaşvili halk tarafından seçilmiştir.

Gürcistan, Sovyetlerin dağılmasıyla bağımsızlığını kazansa da bu değişimden ekonomik açıdan olumsuz yönde etkilenmiştir. Enflasyon ve işsizlik artmış, ekonomi tabir caizse dengesini kaybetmiştir. Çünkü Sovyetlerin kurt siyasetçileri çıkarları gereği kendisine bağlı cumhuriyetleri birbirine bağımlı hale getirmişti. Ülkede petrol ve doğalgaz rezervleri çok düşük olduğu için kendisine bile yetmemektedir. Fakat Gürcistan’da petrol ürünleri Türkiye’deki fiyatların yarısından daha ucuz… Bunun nedeni Türkiye’deki akaryakıt vergilerinin yüksekliğidir. Gürcüler “Lari” adını verdikleri para birimini kullanıyorlar.

Gürcistan’ın İkinci Büyük Şehri: Kutaisi

Başkent Tiflis, Gürcistan’ın tartışmasız en büyük şehridir. Kutaisi Gürcistan’ın ikinci büyük şehri kabul ediliyor. Fakat Batum’un ikinci büyük şehir olduğu iddiasında olanlar da az değil. Gürcistan gezimizin ikinci ayağı Kutaisi şehri oldu. Kutaisi kentine gitmek üzere öğleye doğru Batum’dan yola çıktık. Minibüsümüz Kutaisi’ye doğru hareket etti.

Kutaisi Gürcistan’ın batı bölümünde yer alıyor. Şehrin antik adı Aeas(Aias)… Burası İmereti bölgesinin en büyük şehridir. Bu bölgenin diğer önemli kentleri, Samtredia, Çiatura, Tkibuli, Zestaponi, Honi ve Saçhere’dir. Başkent Tiflis’e Kutaisi üzerinden gidiliyor. Tiflis’e uzaklığı 221 kilometre civarında. Kutaisi’nin nüfusu 180 binin üzerinde. Oradaki Türk arkadaşların anlattıklarına göre burası Rusya zamanında ağır metal sanayiinin merkeziydi. O dönemde şehrin nüfusu altı yüz bin civarındaymış. Ruslar bu bölgeyi terk ederken fabrikaları da tahrip etmişler. Onlar gidince Kutaisi’nin nüfusu da, nüfuzu da azalmıştır.

Kutaisi Niko Nikoladze İlkokulu ve Lisesi…

Gürcistan’ın Kutaisi şehrini gezimiz sırasında buradaki Türk okullarını da ziyaret ettik. Burada bir ilkokul ve bir lise aynı binada Gürcü çocuklarına modern eğitim veriyor. Niko Nikoladze Lisesi 2004 yılında hizmete açılmıştır. Sayısal derslerin İngilizce, sözel derslerin Gürcüce verildiği okulda sınıflar 20’şer kişiden oluşmaktadır. Öğrenciler ilkokul kısmına mülakat ve imtihanla kabul edilmekte olup her yıl azami 44 öğrenci alınmaktadır. Müracaat eden öğrenciler arasından seviyesi yeterli görülmeyen veya eğitimleri sırasında başarılı olamayanlar okula kabul edilmemekte, geldikleri okula geri dönmektedirler. Okul binası önceden kiralama yöntemiyle kullanılıyordu. Daha sonra okul binasının mülkü hayırsever işadamlarının yardımlarıyla satın alındı. Okulun gelirleri giderleri karşılamadığı için Trabzonlu bazı hayırseverler okulun hamiliğini yapmaktadır.

Öğle yemeğini burada yedik. Burada Türk ve Gürcü öğretmenler dayanışma içerisinde fedakârca çalışıyorlar. Personelin çoğu Gürcülerden oluşuyor. Gürcüler özel okul kavramına pek alışık değiller. Miktarı cüzi de olsa paralı eğitime sıcak bakmıyorlar. Bu okulun öğrencilerinin en başarılıları yaz tatilinde Türkiye’ye gönderiliyor. Türkiye’de güvenilir ailelerin yanına verilip Türk gelenek ve göreneklerini, Türk dilini yaşayarak öğreniyorlar.

Bulutlarla Selamlaşan Mabed: Gelati Kilisesi

Gürcistan’ın Kutaisi şehrine gelenler Gelati kilisesi’ni görmeden geri dönmezler. Çünkü bu büyük ve önemli kilise Kutaisi ile özdeşleşmiştir. Biz de Gelati Kilisesi’ne gittik. Kilise Kutaisi şehrine epey uzak bir tepede yer alıyor. Gelati Manastırı, Kutaisi yakınlarındaki Chalcitela nehrinin aktığı vadinin üst kısmındaki ormanlık alanda kurulmuş görkemli bir yapıdır. Yüksek bir taş duvarla çevrelenmiş olan manastır, ortadaki ana kilise, çevresinde iki küçük kilise, bir çan kulesi, akademi binası ve rahiplerin ikametgâhına ayrılmış yapılardan oluşmaktadır. Edindiğimiz bilgilere göre Gelati Manastırı’nın yapımına Kral IV. David (1089–1125) tarafından 1106 yılında başlanmış; kilise 1130 yılında David’in oğlu Kral Demetrius (1125–1156) tarafından tamamlanmıştır. Gelati Manastırı aynı zamanda birçok Gürcü kralının gömü yeridir. Kral Vahtang Gorgasal’ın mezarının da bu manastırda olduğuna inanılır. Manastıra 13. yüzyılın sonu 14. yüzyılın başlarında yeni binalar eklenmiştir. 1510 yılındaki bir yangında zarar gören ana kilise, 16. yüzyılın ilk yarısında onarılmıştır. Manastır 18. yüzyıla kadar Batı Gürcistan’ın Katholikos merkezi olarak önemini korumuştur. Manastır 1994 yılında UNESCO tarafından dünya kültür mirası listesine alınmıştır.

Gelati Kilisesi, Kutaisi şehrinin tepe noktasında yer alıyor. Buradan şehri seyretmek ayrı bir keyif doğrusu… Kiliseye girerken bizleri Gürcü dilenciler karşıladı. “Turk kardaş para…” diyenler, Türkiye’deki cami önü dilencilerini hatırlattı bize. Nereye giderseniz gidin, hangi inançtan olursanız olun insan pek çok özellikleriyle aynı insan… Her yerde garibanı ve zengini var. Tezatlar bütün dünyada mevcut. Ha Türkiye, ha Gürcistan… Bir şey değişmiyor.

Gelati Kilisesi’nde bir de ayine şahit olduk. Pek çok kişi kilisede dua ediyordu. Bir kenarda toplanan genç kızlar kilise ilahileri söylüyorlardı. Kilisenin dört bir yanında mumlar yakılmıştı. Gürcü Hıristiyanlar büyük bir saygıyla Hz. İsa’nın resminin önünde eğiliyorlar, heykeline ellerini yüzlerini sürüp ondan medet umuyorlardı. Buraya gelenler kendilerini bahtiyar hissediyorlardı. Çünkü onların inancına göre Gelati kilisesinde ibadet etmek diğer kiliselere nazaran daha değerliydi. Onun için sabah akşam buraya insanlar akın ediyor. Kilisenin etrafı ormanlarla kaplı… Her taraf yemyeşil… Çimenler ortasında kalıyor kilise…

Yollar Uzayıp Giderken…

Trabzon’da da yeşilin ve ağaçların içerisinde yaşıyor olsak da Gürcistan’ın doğasının doğallığı bizi cezbetti. Yollar uzayıp gittikçe yepyeni coğrafyalar içine çekiyordu bizi. Yol kenarları ineklerle doluydu. Burada hayvancılık yaygın… Fakat profesyonelce yapılmıyor. İnsanlar sabahtan hayvanlarını dışarıya salıp akşamdan ahırlara tıkıyor. Asfaltın ortasında inekler cirit atıyor. Burası bu özelliğiyle Hindistan’ı andırıyor. İneklerin yoldan karşıya geçtiğini gören şoförler kemal-i edeple durup bekliyorlar. İneğe bile hürmet ediliyor burada.

Batum Botanik Bahçesi’nde Yeşilin Kırk Tonu…

Batum’da gezilip görülecek yerlerin başında Botanik Bahçesi geliyor. Biz de bu eşsiz mekânı gezmek için gittik. Girişte bizim paramızla 5 YTL’ye karşılık gelen bir ücret alıyorlar. Burası Acara Özerk Cumhuriyeti’nin yönetim merkezi olan Batum’un kuzeyinde yer alıyor. Batum Botanik Bahçesi, Eski Sovyetler Birliği’nin en büyük botanik bahçesiydi. 111 hektarlık alandan oluşuyor. Botanik Bahçesi’nin kuruluşuna 1880’lerde Rus botanikçi Andrey Nikolayeviç Krasnov ve kardeşi General Pyotr Krasnov tarafından başlanmış. 3 Kasım 1912’de açılmış. Burada Kafkasya’ya özgü bitkilerin yanı sıra, Uzak Asya, Yeni Zelanda, Güney Amerika, Himalayalar, Meksika, Avustralya kökenli 2037 bitki türü bulunmaktadır. Bunların sadece 104 türü Kafkasya’ya özgüdür. Batum Botanik Bahçesi, eskiden Gürcistan Bilimler Akademisi tarafından işletiliyordu. 2006 yılından bu yana ise bağımsız bir kurumdur.

Batum Botanik Bahçesi’ni boydan boya gezdik ama ayaklarımıza karasular indi. Fakat o tertemiz havada ciğerlerimiz tam anlamıyla bayram etti. Bu kadar değişik ve görkemli ağacı başka bir yerde görmemiştim. Gözlerimiz burada yeşile doydu. Muhteşem bir yerdi.

Akşama doğru Trabzon’dan başladığımız Gürcistan yolculuğu yine bir akşama doğru Batum’dan Türkiye’ye dönüşümüzle nihayetlendi. Bu gezinin tadı damağımızda kaldı.

Hiç yorum yok: