30 Kasım 2007 Cuma

Sevgiyle Başlar Her Şey...

M.NİHAT MALKOÇ

İnsanoğlu yüce Allah’ın halk ettiği en muteber varlıktır. Bu nedenle biz insanlar, Allah’ın yeryüzündeki halifeleri oluvermişiz. Fakat beşere verilen bu kıymet mutlak değildir. Kişi yaptığı hâl ve hareketlerle eşref-i mahlûkat(yaratılanların en şereflisi) olabildiği gibi esfele’s safilin(yaratılanların en aşağısı) mertebesine de düşebilmektedir. Zira günümüzde bunun binlerce canlı örneğini çıplak gözle görebilmekteyiz.

Beşerin kıymeti hiç şüphesiz ki özündedir. Yüce Rabbimiz bu hususta şu hükme varmıştır: “Andolsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık, yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık.”(İsra S. 70. Ayet) Pek çok varlıktan üstün kılınan insanoğlu ne diye kendi kuyusunu kazmakla meşgul? Bütün dünya bir araya gelse insanın insana yaptığı kötülüğü yapamaz. Oysa imanın alâmetlerinden birisi de sevgi ve hoşgörüdür.

Gerçek müminler başkalarına kötülük edemezler. İslâm’a göre mümin müminin kardeşidir. Bu, gerçek kardeşlikten(aynı anadan ve babadan doğma) de makbûldür. Peygamberimiz bu hususta da kesin ölçüyü koymuştur: “Müminler birbirini sevmekte, birbirini acımakta, birbirini korumakta bir vücut gibidir. Vücudun herhangi bir organı rahatsız olursa, diğer organları da bu yüzden ateşlenir ve uykusuz kalır.”

Hepimiz imandan dem vururuz ama hiçbirimiz bu ince hakikatlere kulak asmayız. Teferruat der, geçeriz. Kabukla özü bir türlü ayrıştıramayız. Meselelerin kabuğunu aşıp özüne inmekte güçlük çekeriz. Sonra da uyanık diye geçinip dururuz. Sevgi yoluna nefret çukurları eşeriz. Sevginin o olağanüstü tılsımını görmezlikten geliriz.

Kişi öncelikle kendisiyle barışık olmalıdır. Meselelerin halledilmesinde kendimizi merkez üs olarak kabul etmeliyiz. Kendimizi de sevmeliyiz. Fakat sözüm ona, insanı putlaştıran bir kısım hümanist zümrenin oyununa da gelmemeliyiz. İnanç ve törelerimizin gereklerine göre belli bir sınır koymalıyız kendimize. Hak ve halk katında çok muteber ve muhterem bir varlık olduğumuzu asla göz ardı etmemeliyiz. 18. yüzyıl Divan şairlerinden olan Şeyh Galip’in şu beyti bu hususta dikkate alınmaya değerdir:

“Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.”
(Kendine hoşça bak ki âlemin özü sensin,
Kâinatın gözbebeği olan insansın sen.)

Yunus Emre sevgiyi, Mevlâna Celâleddin-i Rûmî hoşgörüyü evrenselleştirirken ilâhî hakikatleri ölçü edinmişlerdir. Zira bu âlem şefkat ve merhamet üzere yaratılmıştır. Bunu insanlardan beklerken maalesef, daha çok insan haricindeki varlıklardan görüyoruz. Bu demektir ki dünyamızda bir şeyler ters gidiyor. İnsanoğlu ilâhî misyonunu rafa kaldırmış. Kıymet hükümleri şahsîleşmiş. Felâketin ayak seslerini duymamak için sağır numarası yapıyoruz. Oysa gözlerimizi kapamakla gece olmuyor. İş işten geçmeden kendimize bir çekidüzen verelim. Huzuru başka yerlerde değil, çevremizde ve içimizde arayalım.

Günümüzde bazı çevreler insanı ifrat ve tefrit uçlarında dolaştırarak yaratılış amacından uzaklaştırmaktadırlar. İnsan sevgisi ‘hümanizm’ ifadesiyle başka noktalara çekilmektedir. Yeryüzünün, uğruna yaratıldığı insanı anlamaya yanaşmayanlar ve ona farklı yakıştırmalarda bulunanlar her nedense kulluk bilincini dikkatlerden uzak tutmaktadırlar. Oysa insanları sevmek ve güzellikleri paylaşmak esas alınmalıdır. Sevginin pabucunu dama atmaya çalışanların ektikleri nefret tohumları öncelikle kendilerini zehirleyecektir. Kâbe hükmünde olan gönülleri yıkıp harabeye döndürenler huzuru ancak düşlerinde görebileceklerdir. Bu hususta da sözü büyük mutasavvıf şair Yunus Emre’ye verelim:

“Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil.”

Hiç yorum yok: