9 Mayıs 2009 Cumartesi

Cinnet Anaforunda İnsanlığın Son Çırpınışları

M.NİHAT MALKOÇ

Gün her zamanki gibi ışığını karanlığın kucağına bırakıyordu. Güneşin son cılız huzmeleri zulmete direnmek istese de eriyip gidiyordu ufuk çizgisinde. Şefkat ve merhamet bir uzun yolculuğa çıkıyordu gecenin karanlığını boylu boyuna yararak… Sevginin son damlaları da kuruyordu yüreği besleyen ana damarlarda... Cinnet aklı esir almıştı bir kere.

Bir tarafta bunlar yaşanırken öbür tarafta yürekler göğüs kafesine sığmıyordu. Çocuklar eğlenceye çoktan başlamışlardı. Geceymiş, karanlıkmış hiçbiri yoktu onların lügatinde. Onlar ki mayınlı yollardan düşe kalka geçerlerken korkuyu kelepçelemişlerdi çok kere. Daracık dünyalarını iyice daraltmak için çelikten kafesler yapanlara meydan okumuşlardı hayat yarışının en zor etaplarında. Direnmişlerdi direnebildikleri kadar…

Bir kimliği bile yoktu çoğunun; onlara bir kimliği bile çok görmüşlerdi bu yaşam sahnesinde. Kimliksizdiler ama kişiliksiz değildiler. Evleri tabiatın kucağında olsa da ruhları betonlarla çevrilmişti dört bir yandan. Düş kırıklıkları vardı, tamiri imkânsız düş kırıklıkları… Kuşatılmışlığın boğucu havasında daralmıştı yürekleri. Bugünün dünden farkı yoktu onlar için… Takvim yaprakları değişse de onlar için bir şey değişmiyordu daha düne kadar… Yaşadıkları son değişim de aleyhlerinde olmuştu ne yazık ki!... Gecenin içinde bunca kin ve nefretin saklı olduğunu nerden bilebilirlerdi ki!... Gecenin karanlığında karanlık düşüncelerin kol gezdiğini, bir deli pusunun onları hedef aldığını düşünememişlerdi ne yazık ki!....

Gece karanlık yüzünü gizlemişti takvimlere… Zaman durmuştu bir köyün şafağında. Acıyla hüzün aynı teknede yoğruluyordu karanlığın gölgesinde. Yarınların planlaması yapılıyordu uzak bir köyde, sevgiyle donatılmış bir düğün evinde. İki gönül bir olmuştu ama samanlık seyran olamamıştı; zira buna müsaade etmemişti taşlaşmış yürekler… Her şeyin yolunda gittiği demlerde, alınların secdeye değdiği anlarda, yüreklerin Hakk’a ve hakikate açıldığı vakitlerde parmaklar buz gibi tetiklere dokunmuş, canlar güvercin misali birer birer uçmuştu sonsuzluğa. Dünyada kavuşamayan sevgililer toprağın kara bağrında buluşmuştu nihayet… Sadece onlar mı? Nice körpe kuzular da acıyla yüzleşmişti bu karanlık gecede…

Uzakta, çok uzakta bir köy şimdi tükenmişliğin acısıyla yanıp kavruluyor. Bütün başlar öne eğik… On yıllarca kurulamayacak mezarlık bir günde kurulmuş köyün orta yerinde… Herkesin taze bir mezarı var bu bahtsız topraklarda… Kimi annesinin, kimi babasının, kimi kardeşinin toprağını okşuyor minik elleriyle. Anneler, babalar, ağabeyler, ablalar, kardeşler, bebeler, dünya yüzü görmemiş canlar acıların en büyüğünü tattılar. Şimdi 44 can 44 cesede dönüşmüş gecenin karanlığında. Akrabalar sıra sıra dizilmiş ölüm döşeğinde… Geride kalan 70 yetim, geleceğin hesabını yapadursun özlemler her geçen gün daha da irileşecek yüreklerde. Gün gelecek kahırlar bir ateş misali düşecek yüreklerdeki barut harmanlarına. Harlanan ağıtlar bir hançer misali batacak yüreğin en hassas yerine… Yazık çok yazık!… Sevdalar kurşunlandı umutların harmanlandığı yerde; yarınların önü kesildi bir grup silahlı haramilerce… Gül bahçelerine zakkumlar dikildi sevgiden nasiplenemeyen eller tarafından… Maddenin manaya, tenin ruha, hayal kırıklığının ümide taarruzudur bu…

Ağıtlar yükseliyor bir köyün kanayan bağrından… Her birinde acıların, âhların yükselen sesi var. Haritada, bize göre çok uzakta bir köyde yürekler üşüyor. Güneş bile ısıtamıyor yürekleri… Yıldızlar göklerden çekildi tutulan dilekler gerçekleşmeyince. Dolunay bile örtemiyor gecenin karanlığını. Bu taze mezarlık acılar zincirine yeni halkalar ekliyor. Toprak masum ölülerini selamlıyor. 6 çocuk, 17 kadın, diğerleri farklı yaşlarda… Yüreklerde bırakılan boşluklar neyle dolacak şimdi? Bu kan nasıl duracak, bu töre ne zaman bitecek?

‘İnsanlık can çekişiyor’ diyorduk ama bu hadiseden sonra ‘insanlık öldü’ dememiz gerekecek… Tabii ki genelleme yapmamak şartıyla… Fakat bu çağ bizi iyice bencilleştirdi, yüreklerdeki sevgiler maddenin çarklarında ezildi. Bizler Yunus’un sevgi sularında arınmadıkça, Mevlana’nın hoşgörü şafağında uyanmadıkça hayat bayat olmaya mahkûmdur.

Hiç yorum yok: