25 Ağustos 2008 Pazartesi

İslam'ın Neresindeyiz? Neresinde Olmalıyız?

M.NİHAT MALKOÇ

Din, insanın hayatını, ruhunu tanzim ve tamir eden manevî ilaç hükmünde bir sistemdir. Bu buhranlı çağda din yükselen değer olmuştur. İnsanlar saadeti maddiyatta arasalar da neticede bulamamışlardır. Bütün arayışlar iç huzurun sigortasının dinî inanç olduğunu göstermiştir. Geçen zaman, bütün değerleri bir değirmen misali öğüttü ve de öğütmeye devam ediyor. İnsanlar aradıkları huzuru bir türlü bulamıyorlar. Çünkü huzuru yanlış adreste arıyorlar. Adres yanlış olunca aramalar beyhudedir. Zira gerçek ve kalıcı huzur sadece İslam’dadır. Bunu ne kadar gizleseler de parça zamanla bütünü bulacaktır. Materyalizmin uşakları maneviyata giden yollara dinsizlik mayınları döşeseler de, her bir uzvumuzu kaybetsek de bizi huzura kavuşturacak menzile biiznillah varacağız.

‘Dünyada en büyük nimet nedir?’ diye sorsalar hiç tereddüt etmeden ‘Müslümanlık’ derim. Gerçekten de öyle değil midir? İslam, iki cihan saadetini sağlayan bozulmamış tek inanç sistemidir? Onun içindir ki İslam’ın alternatifi yoktur. İslam’ın alternatifi yine İslam’dır. Bizler bu nimeti hazır bulduğumuz için kıymetini bilmiyoruz. Bu inanç yolunda çilelere katlanmayı, fedakârlık göstermeyi denemediğimiz için onu yeterince önemsemiyoruz.

Dünyada yaşayan Müslümanların sayısı bir milyarın üzerinde olsa da bu rakam ne yazık ki Müslümanlığın etki sahasına yansımamaktadır. Dünyada Müslüman çok ama dinini dert edinen ve derdini seven güçlü Müslüman yok. Günümüzde Müslümanlık geriliği, fakirliği, üçüncü dünya ülkelerini çağrıştırıyorsa bunun suçlusu bu inanç sistemini hücrelerine sindiremeyen, gereğini yapamayan Müslümanlardır. Suçluyu Avrupa’da ya da Amerika’da aramaya gerek yok. Bizler gönüllü sömürge olduk dünyanın sözde efendilerine. Özgürlüğümüzü ellerimizle teslim ettik. Paryalığı sultanlığı tercih ettik.

Dünya Müslümanları Kur’an hakikatleri etrafında birleşebilseler, tek yumruk olabilseler, kalpler uhuvvetle atabilse bizi kimse esaret zincirleriyle bağlayamaz. Aslında bizi bize bağlayan o kadar güçlü bağlar vardır ki hepsi de çelik kuvvetindedir. Dinimiz bir, kitabımız bir, peygamberimiz bir… Bu kadar birin olduğu yerde niçin ikilik olsun ki?...

Müslümanların manifestosu şüphesiz ki Kur’an’dır; onu hadisler takip eder. Ötesi de icma ve kıyastır. Kur’an ve hadis dünyevî ve uhrevî pek çok meselemizi izaha muktedirdir. Ayrıntılardaki sis perdelerini kaldırmak ulemanın işidir. Durum bu iken sırat-ı müstakimden ayrılanların durumunu nasıl izah edebilirsiniz? Müslüman adetince az çok birbirinden değişik algılarla ve kavrayışlarla beslenen anlayışlar bizi bizden koparıyor. Emirler ve yasaklar(farzlar ve haramlar) şahsileştirilmeye çalışılıyor. Oysa Müslümanlıkta hangi konumda olursa olsun hiç kimseye farklı ahkâm uygulanmaz. İslam’da ahkâm umumidir.

Bazı kesimler İslam’ı ayrıntılara boğarak puslu hava oluşturup hakikatleri perdelemektedir. Bu kişilere baktığınızda nafileleri farzların önüne getirip gereksiz ayrıntılarla laf ebeliği yaptıkları, zihinleri bulandırdıkları görülür. Bu durum dinin esasını zedelemekte, insanların zamanını çalmakta ve inançlarını sis perdesi altında bırakmaktadır.

Önceliklerini yanlış belirleyen kişilerin akıbetinin hüsran olacağı açıktır. Bu durum Müslümanların inanç akideleri için de geçerlidir. Perişanlığımızın, dağınıklığımızın, uyuşukluğumuzun temel nedeni önceliklerin yanlış belirlenmesi ve ayrıntıların esas hükümleri gölgede bırakmasıdır. Bu kişilerarası ilişkilere de yansımakta zeminin kaymasına yol açmaktadır. Bizi aynı paydada birleştiren dinî hakikatlere sarılarak bu ayrılık uçurumundan uzaklaşıp selamete koşabiliriz. Aksi takdirde ancak uçurumun dibinde buluşabiliriz.

Türkiye başta olmak üzere bütün Müslüman ülkelerin en büyük meselesi inanç akideleriyle gelenekleri birbirine karıştırmasıdır. Dini, gelenekle bütünleştirme çabaları geleneğin kutsallaştırılması sonucunu doğurmuştur. Bu durum dinin doğru anlaşılmasını engellemiş, geleneksel kanaatler ayet ve hadislerin önüne geçmiştir.

Türkiye’de gelenek ve görenekler, töre kanunları Müslümanlığın akidelerinin önüne geçmiştir. Müslümanlık dinî hüviyetini kaybederek töreye ve geleneğe büründürülmüştür. Daha doğrusu gelenek ve görenekler Müslümanlık boyasına boyanmış, öylece özden uzak farklı bir Müslümanlık sentezi oluşturulmuştur. Bunun biraz daha ötesine geçilerek İslam dinine hurafeler sokulmuş, tertemiz İslam pınarı bulandırılmaya başlanmıştır. Gelenekler bazı çevrelerin zorlamalarıyla Müslümanlık sayılmıştır. Böylece kafalar iyice karıştırılmıştır.

Müslümanlık saf, arı, duru bir dindir. Daha doğrusu yozlaşmamış Kur’an Müslümanlığı böyledir. Bazı çevreler bu dini ifsat etmek için içine çerçöp kabilinden bir sürü lüzumsuz, hatta zararlı düşünceler sokmuşlardır. Son yıllarda İslam denince akla şiddet, işkence, kadını eve hapseden ve sosyal hayattan soyutlayan bir anlayış geliyor. Benim Peygamberim Hz. Muhammed(sav)’in getirdiği İslam’da böyle bir düşünce yoktur. İslam şiddeti şiddetle yasaklamıştır. Sadece insanlara değil, diğer canlılara bile işkence yapmak İslam’ın günah saydığı eylemlerdendir. İslam; kadını eve hapsetmemiş, aksine uygun zeminlerde sosyal hayatta ona yükümlülükler vermiş, tebliğ vazifesini ona da yüklemiştir.

İslam’ı gerçek kaynağından değil de onu yanlış tatbik eden sözde Müslümanlardan öğrenenler çelişkiler yumağı içerisinde gidecekleri gerçek yolu, sırat-ı müstakimi bulamıyorlar. İslam’ın kadına yaklaşımı konusunda da kendini Müslüman zanneden fakat bu dini anlamaktan ve yaşamaktan uzak kişilerin bazı yanlış uygulamaları esas alınıyor. Resulullah’ın Veda Hutbesi’nde kadın haklarıyla ilgili ifadelerini bir okuyun da hükmünüzü ondan sonra verin. Kâinatın medar-ı iftiharı Efendimiz, kadınlarla ilgili şöyle buyuruyor: “Ey İnsanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim.” Durum bu iken Batılıların zihnindeki yanlış İslam imajını silmek, doğrusunu zihinlere yerleştirmek biz Müslümanların en büyük vazifesizidir. Bunu lafla değil, tavır ve davranışlarımızla yapacağız. Zira ‘Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz’ demiş şair Ziya Paşa…

Müslüman ‘güzel ahlaklı insan’ demektir. Güzel ahlakı elde etmek için iyi bir dinî eğitim almak gerekir. Buna ‘nefis terbiyesi’ de diyebiliriz. Zira nefsinin yolunda gidenin iyi ahlak sahibi olması beklenemez. Çünkü nefis daha çok şeytanın sözcülüğünü yaptığı için insana hakikat yolunu göstermez. Müslüman, nefis frenine basmak için daima teyakkuzda olmalıdır. Bizler nefsin fısıltılarına kulaklarımızı tıkayıp iki cihan serveri ay yüzlü Resule tabi olmalıyız. Dini esas kaynağından öğrenenlerin şeytana tabi olması, yoldan çıkması söz konusu değildir. Onlar, İslam’ın zırhıyla zırhlanmış, salih kullar zümresine ilhak olmuş kimselerdir. Bu kimseler kısa ömürleriyle ebedî saadet hayatını satın alan akıllı tüccarlardır. Faniden bakiye sermaye aktarmak... Bundan daha kârlı bir ticaret düşünülebilir mi?

Dünya ve ahiret saadeti ancak güzel ahlakla elde edilir. Müslümanlığı hakkıyla yaşayan ve yaşatan kişiler iki cihan saadetini yakalamış insanlardır. Onlar dünyada da ahrette de huzurludurlar. Bu demek değildir ki dünyada onların başına bela ve musibetler gelmez. Elbette onlar da imtihana tabi oldukları için bela ve musibetlerle denenirler. Demirin sağlam olabilmesi için yüksek ateşte yeterinde kalması gerekir. İnsanları güçlü kılan da zorluklardır. Zaten kolay elde edilen şeylerin ömrü kısa olur, onlar kişiye mutluluk da getirmezler.

“Din güzel ahlaktır” diyen Peygamberimiz yeryüzüne gönderilmiş bir ahlak abidesidir. O’nda bizim için güzel ahlak adına emsalsiz numuneler vardır. Saf ve duru Müslümanlığın en güzel örnekleri ondadır. O Resul ki bir hadisinde “Sizin imanca en güzeliniz, ahlakça en güzel olanınızdır.” diyor. Yine o büyük insan güzel ahlak için gönderildiğini söyleyerek tabi olunacak ve örnek alınacak insan modelinin kendisi olduğunu söylüyor. Onun şu duası da güzel ahlakın değerine işaret ediyor: “Ya Rabbi senden, sıhhat, afiyet ve güzel ahlak dilerim.” Bizler de Rabbimizden mal mülk, evlat değil de öncelikle ve özellikle güzel ahlak dilemeliyiz.

Günümüzde Müslümanların tavır ve davranışlarını yeniden gözden geçirip İslam’ın ilkelerine göre tanzim etmesi gerekir. Bu hâlimizle hem Müslümanlığı eksik yaşıyoruz, hem de yanlış bir Müslüman modeli oluşturuyoruz. Bizim davranışlarımıza bakanlar bizi değil, Müslümanlığı eleştiriyorlar. Hiçbirimizin Müslümanlığı zedeleme salahiyeti yoktur.

Günümüzde insanların zihinleri gereksiz malumat çöplüğüne dönmüştür. Beynimize o kadar gereksiz şeyleri depoluyoruz ki gerekli şeylere yer kalmıyor. Çocuklarımız çok şey biliyor diye seviniyoruz. Fakat bildikleri şeyleri elekten geçirdiğimizde bunların hayatta hiç de kullanmayacakları şeyler olduğunu anlıyoruz. Bu kişilerin çoğunun gerekli dinî bilgileri bilmediklerini, bunları öğrenme sırasına bile almadıklarını görüyoruz. Bu, öncelikle ailelerin hatasıdır. Aile belli bir yaşa kadar çocuğuna kılavuz olmalıdır. Siz çocuğunuza kılavuz olmazsanız çocuğunuzun kılavuzu kargalar olur. Kılavuzu karga olanın sonu da malumdur.

Müslüman kimliğini onurla taşıyan ve gereğini hakkıyla yapan sorumluluk sahibi aileler çocuklarına ergenlik çağına girmeden evvel gerekli dinî bilgileri doğru kaynakları esas alarak verirler. Şayet kendileri yeterince bilmiyorlarsa bilenlerden yardım alırlar. Bizler çocuklarımızı sağlam bilgilerle donatmazsak ilerde kulaktan dolma bilgilerle yanlış itikatlara sapabilirler. Günümüzde bunun acı örneklerini kitle iletişim araçlarından takip ediyoruz. Unutulmamalıdır ki Müslüman olduğunu iddia eden kişinin dininin kurallarını bilmesi ve bildiklerini hayatta tatbik etmesi esas vazifelerindendir. Bu aslında zor bir şey de değildir.

Öte yandan günümüzde bazı çevreler ‘Kur’an Müslümanlığı’ kavramını ileri sürerek peygambersiz bir Müslümanlığın tohumlarını ekmeye çalışıyorlar. Bilinmelidir ki Müslümanlığın kitabı Kur’an, peygamberi Hz. Muhammed(sav)’dır. Son Peygamber Hz. Muhammed(sav) Allah’tan aldıklarını ümmetine taşımış, anlaşılmayan yerlerde izah etmiştir. Bu izahlar hadis adı altında bugüne ulaşmıştır. Fakat Peygamberimiz Allah’ın bildirdiklerinin dışında, onlara uzak ve muhalif hiçbir şey söylememiştir. On dört asırdan beri Kur’an, tabir caizse Müslümanlığın anayasası olmuştur. Bundan sonra da olmaya devam edecektir.

Peygamber Efendimiz hadislerinde bir anlamda Kur’an’ın yorumunu, tefsirini; sünnet-i seniyyesinde de tatbikini yapmıştır. Bu aslında Müslümanlar için büyük bir kolaylık ve nimettir. Hadisleri yok farz ederek her şeyi Kur’an içerisinde aramak hem anlamsız, hem gereksiz, hem de yanlış bir tutumdur. Çünkü Kur’an’da ayrıntılar yoktur. İslam’ın emir ve yasaklarına dair ayrıntıları Resulullah’ın hayatından edindiğimiz örneklerle öğrenip tatbik ediyoruz. Hiçbir Müslümanın sünneti dışlamak gibi bir densizliğe girmesi düşünülemez. Zira gelen vahiyleri en iyi açıklayan ve hayatına tatbik eden Resulullah’tır. Kur’anı ve Müslümanlığı meal ve tefsirlerden değil, Resulullah’ın söz ve uygulamalarından anlayabiliriz.

Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, kıyamet gününe, hayır ve şerrin Allahû Teâlâ’dan olduğuna inananlara Müslüman desek de Müslümanın bunun ötesinde bütün güzellikleri hâl ve hareketlerine yansıtan örnek bir karakteri vardır. Mümin ayna gibidir.

Sadece Müslüman’ım demekle Müslüman olunmuyor. Daha doğrusu Hakk katında Müslümanın takip etmesi gereken bir yol haritası vardır. Müslümanlığın getirdiği sorumluluklar ve vazifeler çoktur. Müslüman bunları bilmeli ve hayatında uygulamalıdır. Öncelikle Müslümanlar birbirleriyle kardeş oldukları bilincinde olmalı, dayanışma içerisinde hareket etmelidirler. Müslüman aynı inancın mensubu olan kardeşini sevmeli ve kayırmalıdır. Peygamberimiz bu konuda şöyle diyor: “Müminlerin birbirlerini sevmede, merhamette ve şefkatte misali, tıpkı bir vücut gibidir. Vücuttan bir organ rahatsız olduğunda, vücudun diğer organları da, uykusuzluk ve ateşle ona katılır.” (Buhârî, “Edeb”, 27; Müslim, “Birr”, 66).

İyi Müslüman, başkalarının kendisinden emin olduğu kimsedir. Mütekâmil Müslüman hak yemez; zulmetmez; haksızlık karşısında asla susmaz. Başkalarının gizli hallerini araştıran, zan bataklığında çırpınan ve gıybet eden kişilerin derhal tövbe ederek iman tazelemesi tavsiye edilir. Zira bu gibi eylemler insanı sırat-ı müstakimden çıkararak manevî uçurumlara sürükler. Aşağıdaki ayet Müslümanları bu gibi davranışlardan uzak durmaya davet etmektedir:

“Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin. Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı İşte bundan hemen tiksindiniz! Öyleyse Allah’ın azabından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun. Allah tevvabdır, rahîmdir (tövbeleri kabul eder, merhamet ve ihsanı boldur).” (Hucurât, 49/12)

Hiç yorum yok: