6 Aralık 2008 Cumartesi

Eskimeyen O Eski Bayramlar!...

M.NİHAT MALKOÇ

Bayramlarımız maneviyat bahçesinin iri gülleridir. O güller ki Resulullah’ın kokusunu taşırlar gönül bahçelerimize. Bayramlar yüzyılları aşıp günümüze kadar gelen köklü dinî geleneklerdendir. İster Ramazan, ister Kurban olsun; dinî bayramlarımız bize ulvî yanlarımızı hatırlatır. Ruhumuza ayna tutarız bu müstesna zaman dilimlerinde. Kaybettiklerimizi anarız. İstanbul’da, Süleymaniye’de bayramın muhteşem coşkusunu yaşayan Yahya Kemal Beyatlı “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiriyle, bayramı kelimelerle yakuttan bir abideye dönüştürür. Kim bilir bugünlerde o büyük mabette bayram namazını kılanların kaçta kaçı o ulvî hissiyata vakıf olarak namazlarını eda edebiliyorlar? Bu şiirdeki hissiyatı yaşayan bir nesil var mı bugün? Aslında en büyük kaybımız da bu nesil değil mi? Paramızı, malımızı kaybettiğimizde çok çalışıp tekrar elde edebiliriz? Ya elimizden kayan nesil… Onu tekrar kazanabilir miyiz? Bu düşüncelerle Yahya Kemal’in şiirinin bir kısmını sizlere sunuyorum:

“Artarak gönlümün aydınlığı her sâniyede,
Bir mehâbetli sabâh oldu Süleymâniye’de.
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mâvileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her ân aradan.
Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garib âlem bu!..”

Günümüzde köylerimizde bayram heyecanı hâlâ devam ediyor. Köyde bayram arifesinin seher vaktinde başlar bayrama dair coşku ve doyumsuz heyecan… Fedakâr köy kadınları birkaç gün önceden misafirlerine tattıracakları yemeklerin hazırlığına girişirler. Bayram sabahı erkekler bayram namazlarını kılıp cami önünde topluca bayramlaşırlar. Cemaattekiler eve dönmeden mezarlara gidip yasin-i şerifi veya bildikleri sureleri okurlar. Ölülerin affı için dua ederler. Sonra köydeki yaşlılar ve hastalar ziyaret edilir. Onlara moral verilir. Şifa bulmaları için Allah’a yalvarılır. Gençler, büyüklerin ellerini öperek bayramlarını kutlarlar. Yaşlılar da karınca kararınca imkânları ölçüsünce onlara harçlık verirler. Çocuklar asla hafife alınmaz, onların gönülleri alınır. Bizler bugün de ‘âh o eski bayramlar…’ diyorsak bunun sebebi geçmişte yaşadığımız güzel hatıralardır. Bugünkü nesillerin de eski bayramların güzelliklerini hafızalarına nakşetmeleri için biz büyüklere büyük görevler düşüyor.

Peki, şehirlerde durum nasıl? Şehirlerde bu anlamlı günlerde kaç kişi bayramlaşıyor, selamlaşıyor? Tanımadığımız kişiyle selamlaşmak ve bayramlaşmak garip geliyor bize. Oysa bütün Müslümanlar kardeştir. Bu kardeşlik ille de kan bağına dayanması gerekmiyor. Aksine İslam kardeşliği manevî açıdan soyca kardeşlikten daha ileridir. Müslüman olmayan öz kardeşinizi sev(e)mezken, İslam’la şereflenen din kardeşinizi sevmek durumundasınız.

Kurban Bayramı tekbirlerle girer hayatımıza. Cümle mevcudat coşar ve vecde gelir bu tekbirlerin arifesinde. Bayramlar, hayatın keşmekeşinde bunalan ruhlarımızı yumuşatır. Sıradanlaşan ve iyice çekilmez hale gelen hayat, bayramların yaydığı doyumsuz iksirle renklenir. Yitiğimiz olan manevî huzur, belirli günlerle sınırlı olsa da, hayatımıza geri döner.

Son yıllarda bayramlar çağın eğlence kültürünün mazbut bir sığınağına dönüştürüldü. Özellikle hafta sonlarıyla birleştirilip dokuz güne uzatılan tatillerde insanlar evlerinden uzaklaşarak tatil beldelerine koşuyorlar. Bu zaman aralığını tatil için fırsat görüyorlar. Oysa bayramlar küçüklerin büyüklerini ziyaret edip ellerinden öptüğü, hastaların, yetimlerin, kimsesizlerin hatırlandığı, düşkünlere sahip çıkıldığı zaman dilimleriydi. Aslında bu uzun tatil aralıkları uzaktaki yakınlarımızın ziyaret edildiği, hatıraların canlandırıldığı, dostlukların pekiştirildiği fırsatlar olarak görülmelidir. Böylece o eski güzel günler geri gelecektir.

Hiç yorum yok: